2020 MADIMAK SÖYLEŞİLERİ
Alevi katliamlarında yitirdiğimiz canlarımızı rahmet ve saygı ile anıyoruz.
Ülkemizin seçkin aydınları ile Alevi katliamları zincirinde MADIMAK ve çağdaş Alevi yapılanması konularında söyleştik. Katkıda bulunan değerli dostlara şükranlarımızla.
Öncesi ve sonrası ile MADIMAK söyleşilerinde "Alevi katliamlarının kolektif hafıza ve siyasallaşmadaki etkileri" konusunu Dr. MEHMET ERTAN'dan dinliyoruz.
https://www.youtube.com/watch?v=u-C4vWfGPJA
Söyleşi metnine aşağıdan erişebilirsiniz.
ALEVİ KATLİAMLARININ KOLEKTİF HAFIZA VE SİYASALLAŞMADAKİ ETKİLERİ
28.Haziran.2020
Dr. Mehmet Ertan
Doğan Bermek: Değerli dostalar öncesi ve sonrasıyla Madımak dosyamızdan önemli bir söyleşiye daha başlıyoruz şimdi. Dr. Mehmet Ertan, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgilerden mezun, Boğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktorasını yapmış. Yüksek lisans tezi “Aleviliğin Örtük Politikleşmesi ve Sol Siyaset İlişkileri”. Doktora tezi “Politikada Alevilik: Aleviliğin Politikleşmesi Süreci, Kimlik Siyasetinin Kısıtlılıkları ve İmkanları”. Bu kitap olarak da basılmış durumda. Dolayısıyla Dr. Mehmet Ertan Aleviliğin serencamıyla ilgili, özellikle politikleşme, katliamlar-politika ilişkileri üzerinde epey araştırma yapmış, epey derinleşmiş bir arkadaşımız, bir dostumuz, değerli bir bilim adamı. Şimdi Alevi katliamlarının siyasallaşmadaki etkilerini konuşacağız, tabi yakın dönemi konuşacağız. 1960’lardan sonraki dönemi konuşacağız. Zaten Alevi katliamları da katliam süreci olarak 66 Ortaca ile başlar, arkasından Elbistan var, arkasından Malatya var, Çorum var, Tokat var, Birinci Sivas var ve sonra dehşetengiz bir hadise olarak Maraş var. Ondan sonra 12 Eylül geliyor. 12 Eylül’den sonra katliam pek görülmüyor ama bu sefer de dehşetli asimilasyon baskısı var Aleviliğin üzerinde. Yeni bir anayasa geliyor ve din dersi zorunlu hale döndürülüyor. Zorunlu hale döndürüldükten sonra tamamen Sünnileşme misyonerliğine dönüştürülüyor din dersleri ve Alevi köylerine zorla cami yapma baskıları da başlıyor. Bu arada Aleviler kendi kendilerini yavaş yavaş örgütlüyorlar. Biliyorsunuz bu hikâyeyi, hikâyenin bu tarafını. Sonra 1993’te yine o katliam psikolojisi patlıyor, canlanıyor ve 93’te Madımak gibi insanlık dışı, dehşetli berbat bir olay yaşıyoruz. Madımak ‘ta kaybettiklerimizi yine anıyoruz burada, saygıyla, sevgiyle. Devirlerinin daim olmasını diliyoruz. Madımak ’tan sonra da Gazi ve Ümraniye olaylarını yaşadık 95’te. Ama Madımak ’la birlikte gerek Türkiye’nin politikleşme sürecinde gerekse Alevilerin örgütlenmesinde, kurumlaşmasında birtakım dönüşümler falan da oldu. Ve bu dönüşümlerden sonra Alevilik kendisinin bir çatışmaya kapı açmayacağını, çatışmayacağını, bu işe silahın sokulmayacağını o kadar net bir şekilde, o kadar net bir dille anlatabildi ki kamuoyuna ve dünyaya, bundan sonrada da bir daha bu şeyler bir daha denenmedi ve umut ediyoruz ki bundan sonra da denenmez. Şimdi ben izninizle sözü sayın Dr. Mehmet Ertan kardeşimize bırakıyorum ve kendisi bizleri bu konuda aydınlatacak. Belki ben ara sıra lafa girerim, bilemiyorum. Buyurun Mehmet Bey.
Mehmet Ertan: Teşekkür ederim Doğan Bey, sağ olun. Böylesine kıymetli bir toplantı serisi ve webinar serisi başlattınız ve sonrasında beni buna davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim, sağ olun. Ben kendi araştırma hikayem üzerinden biraz başlayayım. Çünkü doktora tezim için Aleviliğin özellikle 1990’lı yıllarda bir kimlik siyaseti olarak politikleşmesine çalışırken Alevilerin 1993’te Madımak, 1995’te Gazi Mahallesinde maruz kaldığı katliamların politikleşme seyrini hızlandırıcı bir etkiye sahip olduğunu düşünüyordum. Ama doktora çalışmam için Alevi hareketi içinde yer almış insanlarla görüşmelere başladığımda gördüm ki özellikle Madımak Katliamının Alevi hareketi içerisinde oynadığı rol, hatta daha geniş anlamda katliamların Alevi hareketi içerisindeki rolü hızlandırıcı bir etkiye sahip olmanın çok daha ötesinde bir anlama sahip. Hızlandırıcı bir etkisi var, ama böyle nitelendirmek katliamların Alevi hareketi içerisindeki rolünü anlamaya yetmiyor. Özellikle fark ettiğim nokta şu oldu: Katliamlar aslında Alevi kimliğinin önemli bir parçası. Tarihsel anlamda Alevi kimliği, katliamlara sürekli maruz kalmakla beraber ilerlemiş. Bunun kolektif hafızasına baktığımızda 1240’ta Babai isyanıyla, 15. Yüzyılda Şeyh Bedrettin İsyanıyla, 16. Yüzyılda gerçekleşen isyanlar bu isyanları bastırmak için yapılan katliamlarla, 1826’de Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra Bektaşilere yönelik katliamlarla, cumhuriyet döneminde, biraz Kürt kimliğiyle iç içe geçecek ama Dersim’le ve sizin de az önce belirttiğiniz gibi 1960’lı yıllarda Ortaca’yla, 1978de Malatya, Sivas ve Maraş’la ve daha sonra Madımak ile ilerleyen bir süreç var. Madımak tam da Alevi hareketinin, bir kimlik hareketi olarak şekillenmeye başladığı dönemde katliamlarla dolu bu kolektif hafızanın çok daha bir tarihsel seyre oturtularak hatırlanmasını beraberinde getirecek
Katliamların, benim çalışmalarım açısından önemli olan noktası şuydu: Alevilerin siyasallaşma süreçlerini nasıl etkiliyor? Ben biraz buna bakmaya çalıştım, bunu görmeye çalıştım. Orada da fark ettiğim nokta şu oldu: Aleviler, katliamlar Alevi tarihinin ve Alevi kimliğinin ayrılmaz bir parçası haline geldiği için kendi kimliklerine ve kendi özgünlüklerine vurgu yapan bir politikleşme hattı izlemek yerine, kendilerinin Alevi olmayanlarla eşit düzlemde var olacağı bir siyasallaşma hattı izlemeye başlıyorlar. Ne demek istediğimi biraz daha açmaya çalışayım. 1990’lı yıllarda bütün dünyada kimlik siyasetleri yükselişe geçiyor, yani kültürel kimlikler siyasi hareketlere kaynaklık etmeye başlıyor. Bu dalga Alevileri de içine çekiyor ve Aleviler de kendi kimlikleriyle siyaset sahnesinde var olmaya başlıyorlar. 1990’lı yıllardan itibaren kurulan Alevi dernekleriyle siyaset sahnesinde aktif bir görünürlük kazanmaya başlıyorlar. Ama Alevi hareketi klasik bir kimlik siyaseti gibi kendi kimliğinin özgünlüğüne vurgu yapan ve kimliği politikleşmenin merkezine yerleştiren bir hat izlemiyor, bunun yerine politikleşmenin merkezine Alevi olmayanlarla eşit düzlemde var olma talebini yerleştiriyor. Bunu niçin yapıyorlar? Benim buna verdiğimi yanıt, özellikle yeni katliamlara maruz kalmamak için bunu yaptıkları. Çünkü Aleviler kendi kimliklerini, farklıklarını vurguladığı noktadan itibaren, Türkiye’de özellikle muhafazakâr bir kültürle şekillenmeye başlayan siyasal alanın - bu tabir maruz görülsün ama- günah keçisi haline geliyorlar. Dolayısıyla da kitlesel katliamlara açık bir kırılganlığa kavuşuyorlar. Aleviler bu nedenle de siyasette Alevi olmayanlarla eşit düzlemede kendilerini var edecek daha evrensel kavramlar üzerinden siyasallaşma yoluna gidiyorlar, çünkü bu sayede olası katliamlara karşı kendilerini koruyabileceklerini düşünüyorlar. Bu evrensel kavramlar ne oluyor? Alevi hareketine baktığımız zaman çok net iki kavram karşımıza çıkıyor. Biri laiklik, diğeri de yurttaşlık kavramları. Aleviler gerçek anlamda laik bir Türkiye ve eşit yurttaşlık kavramıyla kendi problemlerinin çözülebileceğini ve siyaset sahnesinde Alevi olmayanlarla eşit düzlemde var olabileceklerini düşünüyorlar. Bu uzun girizgahtan sonra katliamların Alevilerin siyasallaşmasına etkisi nedir diye soracak olursak, benim verebileceğim en net yanıt, Alevilerin siyaset sahnesine Alevi olmayanlarla eşit düzlemde katılabileceği evrensel kavramlar üzerinden Aleviliğin politikleşmesini sağlamasıdır.
Doğan Bermek: Peki, deneyimlediğiniz, çalışmalarınızda muhakkak ki birçok detayla da karşılaştınız. O detaylardan söz edebiliriz, süre olarak bir sınırımız yok Mehmet Bey.
Mehmet Ertan: Katliamlar ve Alevilerin parti kurma süreçlerine değinebilirim, çünkü burada ilginç bir ilişki var. Katliamlar kısa vadede, burada kısa vadede kelimesinin altını çizerek vurgulamak lazım, Aleviliğin siyasal parti formunda politikleşmesini hızlandırıyor. İki örnekle bunu açıklayabilirim. 1960’lı yılların ortalarından itibaren bir Alevi partileşmesi tartışmaları başlıyor. Bu zaten daha sonra Birlik Partisi’nin kurulmasına giden süreçle sonlanacak. Ama partileşme tartışmaları henüz devam ederken ve bu fikir henüz Alevi hareketinin içerisinde olgunlaştırılmamışken, 1966 yılında Ortaca Katliamının yaşanıyor olması, bir anda Alevi partileşmesi sürecini hızlandırıyor. Yoktan var etmiyor, zaten kendi seyrinde ilerleyen bir partileşme girişimi var, ama Ortaca Katliamı olmasa belki biraz daha orta vadeye yayılacak bir girişim bir anda hızlanıyor ve yine 1966 yılında Birlik Partisi kuruluyor. Benzer bir süreç 1990’lı yıllarda Madımak ve Gazi katliamlarından sonra oluyor. 1993 yılında Madımak Katliamına karşı kamuoyunun, hukuk sisteminin ve mevcut siyasi partilerin kayıtsızlığı, tepkisizliği Alevileri bir tepki olarak kendi kimliklerine sahip çıkmaya yöneltiyor. Aleviler, Madımak Katliamına karşı özellikle de iktidar ortağı SHP’nin gerekli tepkiyi gösterememesinden de hareketle artık mevcut siyasi partilerle yol alamayız diye düşünmeye başlıyor ve bu düşünce Alevileri yeni bir partileşme sürecine yönlendiriyor. Bu partileşme sürecini somut pratiğe çeviren de yine bir başka katliam oluyor: 1995’te yaşanan Gazi Katliamı. 1995 yılında Demokratik Barış Hareketi siyaset sahnesine dahil oluyor ve 1996’da Barış Partisi adıyla partileşiyor. Katliamlar kısa vadede Alevi partileşmesi deneyimlerini tetikliyor dememin nedeni şuydu, orta ve uzun vadede Alevilerin kendi kimliklerinden ziyade Alevi olmayanlarla eşit düzlemde siyaset sahnesinde var olmaya çalışma eğilimleri burada da kendisini gösteriyor ve Alevi partileri Türkiye siyasal hayatına tutunmayı başaramıyorlar. Alevi nüfusun Türkiye’deki toplamını düşündüğümüzde Birlik Partisi 1969 seçimlerinde %2,8 oranında, 1973 seçimlerinde %1,1, 1977 seçimlerindeyse %0,4 oranında oy alır. Barış Partisi tek bir seçime girer, 1999 seçimleri. O seçimde de %0,25 oranında oy alır. Bu oranlar, Alevi nüfusun Türkiye’deki ortalamasını düşündüğümüzde çok düşük rakamlar. Bu da bize şunu gösteriyor: Katliamlar, kısa vadede bir tepki olarak Alevi politikleşmesini bir parti formunda şekillendiriyor olabilir, ama orta ve uzun vadede Alevileri Alevi partilerine oy vermekten de alıkoyuyor. Çünkü Aleviler bu partilere oy vermek yerine kendilerinin siyaset sahnesinde Alevi olmayanlarla eşit düzlemde var olabilmesine imkân tanıyan kavramlar üzerine bina edilen sosyal demokrat veya sosyalist nitelikteki sol partilere oy vererek politikleşmeyi tercih ediyorlar.
Doğan Bermek: Evet, yani bir inanç partisi modeli Aleviler için cazip gözükmüyor.
Mehmet Ertan: Evet. Ben bunun biraz da katliamlardan korunmak refleksif olarak ortaya çıkan bir siyasal tezahür olduğunu düşünüyorum.
Doğan Bermek: Bir de tabi kurulan siyasi partinin veya oy isteyen siyasi partinin siyasette var olup olmayacağı endişesi, o siyasi partinin siyasal geçmişi falan gibi şeyler de var tabi. Sonuç alabilecek bir siyasi hareketin içinde yer almayı ister çoğunlukla insanlar, hele böyle kesimler diye düşünüyorum.
Mehmet Ertan: Kesinlikle öyle. Tabi bir de Alevi partileşmesi açısından dezavantaj olan bir unsur daha var, o da Alevilerin demografik dağılımı. Mesela Kürt siyasal partileri için bu aslında daha avantajlı bir durum, çünkü Kürt nüfusun belirli bir coğrafyada yoğunlukları var. Dolayısıyla genel seçimlerde olmasa da yerel seçimlerde iktidara gelebilecek bir güçleri var. Alevilerin demografik dağılımını düşündüğümüzde, bir Alevi partisinin sadece genel seçimlerde değil yerel seçimlerde iktidara gelebilme şansı çok düşük. Aleviler Tunceli dışında yaşadıkları bir çok il ve ilçede de azınlık durumundalar. Yani demografik dağılım da önemli bir dezavantaj oluyor Alevi partileşmesi için.
Doğan Bermek: Aleviler fena halde entegre olmuşlar, fena halde dağılmışlar Türkiye’deki satha. Yani böyle bir ayrışma söz konusu değil, ama sürekli itiliyorlar ayrışmaya. Ya doğru itiliyorlar, itilmişler o süreçte. Peki Ortaca’dan sonra?
Mehmet Ertan: Biraz belki Madımak’a doğru giden süreçten bahsedebiliriz bu bağlamda. Az önce bahsettiğimiz katliamlar tarihinde yakın döneme doğru geldiğimizde, 1960’lar sonrasında ilk maruz kalınan katliam girişimi Ortaca Katliamı oluyor. Muğla’nın Ortaca ilçesinde iki köy arasında bir arazi ihtilafından başlıyor, en azından görünen nedeni o oluyor. Ama bu ihtilaf bir mezhep çatışmasına da dönüşüyor. Bir kişi hayatını kaybediyor, 7 kişi yaralanıyor. Hatta bu TBMM’nin gündemine taşınıyor bu katliam girişimi. CHP “Türkiye’de artık laiklik meselesi çözülmüştür dolayısıyla mezhep çatışmaları da çözülmüştür” tarzında bir pozisyon alınca Alevi kamuoyunda zaten yürütülmekte olan partileşme tartışmaları “kendi haklarımızı savunmak için ayrı bir partileşmeye gitmeliyiz” düşüncesini daha da güçlendiriyor.
Doğan Bermek: Bir Alevi Manifestosu var yine o arka planda o zaman.
Mehmet Ertan: Tabi, 1963’te yayınlanan üniversite öğrencilerinin manifestosu var. Manifestoya imza atan isimlerden bir tanesi sonrasında Birlik Partisi’nin genel başkanlarından birisi olacak Mustafa Timisi. Ortaca’dan sonra da Alevilere yönelik saldırılar Kırıkhan’da, Islahiye’de ve Elbistan’da sürüyor. Ama Alevi kolektif hafızasında ve siyasallaşma sürecinde çok daha travmatik etkilere sahip olan 1978 yılı var. Çünkü bu 1978 yılında ardı ardına üç katliam yaşanacak. Önce Malatya’da, sonra Sivas’ta ve en sonunda en ağırı ve travmatiği Maraş’ta yaşanacak. Bu katliamlar zincirine bir de 1980’de Çorum’da yaşanan katliamı eklememiz gerekiyor. Bu katliamlar üzerine daha uzun konuşmak gerekiyor. Bu katliamların sosyolojik bir okumasını yapmak gerekiyor.
Çalışmalarımda geliştirdiğim bir kavram var: Örtük politikleşme. Bu kavramla şunu kast ediyorum. 1990’larda Alevilik bir kimlik siyasetine kaynaklık etmeye başlıyor, yani Aleviler Alevi kimlikleriyle siyasal sahada var olmaya, dernekler kurmaya başlıyorlar. Aslında Aleviler, 1960’larda ve 1970’lerde de kamusal alanda varlar ama Alevi kimlikleriyle görünür değiller. Aleviler, 1960-1980 arası dönemde sol hareketlere dahil olarak, CHP’ye oy vererek veya sosyalist hareketlerin içinde yer alarak, görünür olmaya başlıyorlar. Alevi olmaları onların sol hareketlerle bütünleşmesini kolaylaştırıyor ama sol hareketlerin içinde Alevi kimliğiyle değil o hareketin bir unsuru olarak var oluyorlar. Ben de örtük politikleşme kavramıyla, politikleşenin bir kimlik olarak Alevilik değil, bireysel düzeyde Aleviler olduğunu belirtmeye çalışıyorum. 1970’li yıllarda Alevilerin maruz kaldığı katliamları anlamak için örtük politikleşme kavramının önemli olduğunu düşünüyorum. Neden önemli olduğunu anlatmak için de bir sosyolojik arka plan çizmek isterim. Bir boyutuyla 1950’lerde, ve 1960’larda kentleşmenin etkisiyle Aleviler, gündelik hayatta, kamusal hayatta daha görünür olmaya başlıyorlar. Daha öncesinde dışa kapalı bir yaşam formu içerisinde bulundukları köylerinden çıkarak kentlere geliyorlar. Alevilerin kente gelmesiyle daha öncesinde daha kapalı olan köyler dışa açılmaya başlıyor. Kentleşme sonuçta Alevileri gündelik hayatta eskisine göre daha görünür hale getiriyor. Bu sayede eğitim imkanları genişliyor devlet memuriyetinde daha fazla ilerleyebiliyorlar, kentlerde fabrikalarda işçi olmaya başlıyorlar, kendi işletmelerini, dükkanlarını açmaya başlıyorlar. Dolayısıyla gündelik hayatta, ekonomik hayatta Aleviler daha görünür olmaya başlıyor.
Doğan Bermek: Kent hayatına entegrasyon da başlıyor bu arada.
Mehmet Ertan: Evet, kent hayatına entegrasyon başlıyor ve bu entegrasyon ve görünürlük yukarıya doğru bir sosyal mobilizasyon içinde yaşanıyor. Şimdi bu, hikâyenin bir tarafı. Bir diğer tarafta Türkiye, özellikle 1960’lardan sonra bir sanayileşme süreci de yaşamaya başlıyor. Bizim ithal ikameci sanayileşme dediğimiz politikalar uygulanıyor ve özellikle dayanıklı tüketim maddeleri üzerinden yeni fabrikalar açılmaya başlanıyor. Sanayileşme süreçleri genellikle küçük üreticilerin aleyhine işler. Bir analoji kuracak olursak süpermarketler kurulunca mahalle bakkalları nasıl bir çöküntüye uğruyorsa fabrikalar kuruldukça küçük üreticilerin de yaşam koşullarında bir kötüleşme yaşanır. Anadolu’da da genellikle bu küçük üreticiler dediğimiz toplumsal grup daha çok Sünni muhafazakâr bir tabandan oluşuyordu. Bunlar zaten 1960’larda Adalet Partisi’ne (AP), 1970’lerde yine Adalet Partisi’ne ama daha çok Milli Selamet Partisi’ne (MSP), Milliyetçi Hareket Partisi’ne (MHP), oy veren bir toplumsal taban. Sanayileşme süreciyle beraber onların yaşam koşulları kötüleşiyor ve dükkanlarını kaybederek işçileşme tehdidiyle karşı karşıya kalmaya başlıyorlar. Burada eş zamanlı olarak birbirinden bağımsız gelişen iki süreç var. Bir yandan Alevilerin toplumsal hayatta artan görünürlüğü var, bir diğer yandan da Sünni-muhafazakâr küçük burjuvazinin, aslında esnafın, yaşam koşularında yaşanan kötüleşme var. Sünni muhafazakar küçük burjuvazinin yaşam koşullarındaki kötüleşme kapitalizmden ve sanayileşmeden kaynaklıyor, ama insanlar bu büyük sosyolojik resmi içinde yaşarken göremiyorlar ve kendi yaşam koşullarının kötüleşmesinden daha öncesinde toplumsal hayatta eskisi kadar görünür olmayan Alevileri suçlamaya başlıyorlar.
Doğan Bermek: Özellikle Maraş gibi daha küçük yerlerde, daha dar alanlarda evet, doğru.
Mehmet Ertan: Özellikle de Aleviler ve Sünnilerin beraber yaşadığı Maraş, Çorum, Sivas ve Malatya gibi illerde.
Doğan Bermek: Yani ekmeğe ortak oldu bu Aleviler, ekmeğime ortak oldu bu Aleviler gibi geliyor değil mi onlara?
Mehmet Ertan: Ekmeğimi elimden aldı diyorlar, evet. Böyle bir durum tabi ki yok ama onlar kendi ekonomik sıkıntılarını böyle yorumluyor.
Doğan Bermek: Kapitalizmin genzine vurduğu darbenin sorumlusu olarak Alevileri görmeye başlıyorlar.
Mehmet Ertan: Teşbihte hata olmaz diyerek belirteyim meşhur bir söz vardır ya, insan gördüğü şeytanı görmediği şeytana tercih eder diye. Burada kapitalizm sürecini göremeyen muhafazakar küçük burjuvazi, hiçbir ilgisi olmamasına rağmen yanı başında görünür olmaya başlayan Alevileri ekonomik sıkıntıların sorumlusu olarak görüyor. Katliamların sosyolojik arka planını bu şekilde çizebiliriz. Ama tabi ki bu sosyolojik arka plan, ancak politik bir tetiklenmeyle harekete geçirilebilir. Bu noktada da biraz MHP’ye bakmak gerekiyor. Bu olayların 1978 yılında gerçekleşiyor olması bir tesadüf değil, çünkü Çorum Katliamı hariç bahsettiğimiz bütün katliamlar Ecevit’in başbakanlığı döneminde yaşanıyor. MHP, Ecevit’in başbakanlığı bir sıkıyönetim ilanı, sıkıyönetim kararı aldırmak istiyor. Çünkü seçimlerle iktidara gelemeyeceğini görüyor. Aslında MHP’nin 1973 seçimlerinde %3,5 oranındaki oyu, 1977 seçimlerinde %6,5’a çıkar, ama bu yükseliş MHP’nin iktidara gelmesi için yeterli değildir. MHP bir sıkıyönetim ilanıyla, resmen iktidara gelmese de fiilen düşünceleriyle iktidara gelebileceğini düşünüyor bu dönemde. Bunun için de özellikle Ecevit’in iktidarda olduğu bir dönemde, sıkıyönetim kararını kolaylaştırabilecek şekilde etnik fay hatlarını tetikliyor. Bunun için de en uygun nokta, Alevilerin ve Sünnilerin heterojen olarak birbirine yakın nüfuslarda yaşadıkları ve biraz önce bahsettiğimiz sosyolojik huzursuzluğun hissedildiği yerler. Şimdi müsaade ederseniz birkaç rakam vermek istiyorum. Yürüttüğüm çalışma içerisinde şunu gördüm: 1973 seçimlerinde CHP Türkiye’nin birinci partisi oluyor, %33,3 oranında oy alıyor. Maraş’ta %32, Sivas’ta %32,9, Malatya’da %44, Çorum’da %30 oranında oy alıyor. Çok yüksek oy aldığı Malatya dışında, CHP’nin bu illerdeki oy ortalaması Türkiye ortalamasının etrafında geziniyor. Ama bu illerin ilginç yanı, bu illerde sağın birinci partisi Adalet Partisi değil, MSP olması. Yani bütün illerde MSP ikinci parti, AP üçüncü parti konumunda. Bu da bütün bu illerde muhafazakar bir hassasiyet olduğunu gösteriyor. 1977 seçimlerine geliyoruz. Yine CHP hemen hemen bütün illerde Türkiye ortalamasına yakın bir oy oranı alıyor. Türkiye ortalaması %41,4 olan CHP’nin oy oranları Maraş’ta %34, Sivas’ta %42,9, Malatya’da yine çok yüksek %52, Çorum’da %36. CHP, Çorum hariç bu illerin birinci partisi. Çorum’da AP birinci parti ama o da %37, yani %1 fark ediyor. Ama bu seçimlerde ilginç olan nokta şu: MSP’nin oyları eriyor. MSP’nin oylarının bir kısmı AP’ye gidiyor ama önemli bir kısmı MHP’ye gidiyor. MHP Türkiye’de %6,4 oranında oy almasına rağmen, Maraş’ta %15, Sivas’ta %13,2, Malatya’da %9, Çorum’da ise %12 oranında oy alıyor. Yani bu dört ilde MHP, Türkiye ortalamasının yaklaşık iki katı kadar oy alıyor.
Doğan Bermek: Yani kökten dinci kesimin oyları MHP’ye kayıyor bu süreçte.
Mehmet Ertan: Bu bize şunu da gösteriyor: Az önce bahsettiğimiz sosyal huzursuzluk, patlamaya hazır bir potansiyele sahipti. MSP’den MHP’ye kayış artık tencerenin iyice fokurdadığını gösteriyor. Yani bu huzursuzluğun giderek büyüdüğünü gösteriyor. Ve bu huzursuzluk 1978 yılında, az önce de söylediğimiz gibi Ecevit’in başbakanlığı döneminde bir sıkıyönetim ilanını da tetikleyecek şekilde harekete geçiyor. Önce Malatya’da başlıyor olaylar, Nisan 1978’de. Malatya’nın belediye başkanı Adalet Partili, çok da meşhur bir isim: Hamit Fendoğlu. Hamido diye biliniyor zaten ama bir sağ konsorsiyum ile seçiliyor. Yani AP başkanı ama MSP de MHP de o zaman Demokratik Parti var, onlar da destek veriyorlar Hamido’ya. Hamido belediye başkanı seçiliyor ama Nisan 1978’de bir bombalı suikast sonucunda Hamido, gelini ve torunu hayatını kaybediyor. Hamido’nun cenazesi sırasında zaten Malatya katliamı patlak veriyor. Cenazenin hemen ardından, seyir de ilginçtir bu arada, cenazeyi toprağa veren kitle, TÖB-DER’e, CHP’ye ve DİSK binalarına saldırıyor. Sonrasında kent merkezindeki Alevilerin dükkanlarına saldırmaya başlıyor. Ondan sonra da kent merkezindeki Beydağ, Cemal Gürsel ve Başharık gibi Alevi mahallelilerine saldırmaya başlıyor. Olaylar iki gün boyunca sürüyor ve sona erdiğinde 8 kişi hayatını kaybediyor, 100 kadar kişi de yaralanıyor. Saldırının seyri farkındaysanız ilginç, biraz bunun üzerinde durmak gerekiyor. Çünkü diğer katliamlarda da bu olacak. Alevilik solculukla özdeş kılınıyor ve aslında solculuğu ve onunla beraber Aleviliği çağrıştıran bütün simgelere ve mekanlara saldırılıyor. CHP binasına, TÖB-DER’e, DİSK’e Alevi mahallelerine, sonrasında Alevilerin dükkanlarına.
Sivas’ta, Malatya olaylarının hemen ardından, 3-4 Eylül’de tam Ramazan Bayramının arifesinde patlak veriyor saldırı. Aslında pazar yerinde, bir çocuk kavgasından çıkıyor ilk önce. Sonra bu çocuk kavgasını bir yaşlı Alevi ayırmaya çalışıyor, ona yönelik bir darp faaliyeti gerçekleşiyor. Bir anda olaylar bir mezhep çatışması şeklinde büyümeye başlıyor. Burada saldırının boyutu büyürken Alevilere yönelik bir başka suçlama da devreye giriyor: Dinsizlik. Bütün kentte dinsiz Aleviler Ali Baba camisini bombaladılar dedikodusu yayılıyor. Sivas’ın meşhur Alevi mahallerinden biri olan Ali Baba mahallesine yönelik bir saldırı başlıyor. Bu saldırı sonra Altıntabak, Kılavuz, Çayyurt gibi diğer Alevi mahallerine de yayılıyor. Ama Malatya’dan biraz daha farklı olarak Sivas’ta Alevi mahallerinde Aleviler bir direniş göstererek saldırganları püskürtmeye çalışıyorlar. İki günün sonunda olaylar, Yozgat ve Kayseri’den gelen jandarmaların müdahalesiyle engellenebiliyor. Sivas katliamının sonucunda da 9 kişi hayatını kaybediyor, 100’den fazla kişi yaralanıyor.
Bu katliamların en ağırı 1978 yılında Aralık ayında Maraş’ta yaşanıyor. Yönetmenliğini Cüneyt Arkın’ın yaptığı ve ülkücü camia için yapılmış bir sinema filmi olan Güneş Ne Zaman Doğacak’ın gösterildiği sinema salonuna bir bomba atılıyor. Ülkücü militanlar bı bombalamayı solculardan biliyorlar ve bir misilleme olarak solcuların gittiği bir kahvehaneye saldırıyorlar. Karşılıklı saldırılar kentteki tansiyonu yükseltiyor. Sonrasında Maraş’ta iki tane solcu öğretmen evlerinden okula giderken öldürülüyorlar. Onların cenazesi kaldırılacakken bu defa ülkücü militanlar cenazeye saldırıyorlar ve cenazelerin toprağa defnedilmesine engel oluyorlar. Sonrasında da yine az önce anlattığımız seyir içinde Maraş il merkezinde CHP, DİSK ve TÖB-DER binaları saldırıya uğramaya başlıyor. Sonra saldırganlar Maraş’ın il merkezindeki Alevilerin dükkanları ve mahallelerine saldırmaya başlıyor. Ama Maraş Katliamını büyüten, kent merkeziyle sınırlı kalmayıp kırsal bölgelere de yayılması. Sonuçta Maraş ve çevresindeki 11 ilde iki ay boyunca sıkıyönetim ilan edilerek katliam bastırılabiliyor. Tabi sonuç çok çarpıcı ve üzüntü verici. 111 kişi hayatını kaybediyor, 1000’den fazla kişi de yaralanıyor Maraş olaylarında.
Doğan Bermek: Bunlar bir de resmi rakamlar. Resmi olmayan rakamların da olduğu söyleniyor, tabii çok iyi bilmiyoruz.
Mehmet Ertan: Dediğiniz gibi ben de resmi rakamlar üzerinden hareket ediyorum tabii. Bu katliamların bana kalırsa iki önemli sonucu var. İlki politik sonuçları. Katliamlar aslında bir boyutuyla Alevilerle sol arasındaki yakınlaşmanın bir ürünüymüş gibi duruyor. Çünkü saldıranların motivasyonu sadece Alevilere saldırmak değil, aynı zamanda solculara da saldırmak. Bu kentlerde özellikle de sağ-sol ayrımı biraz Alevi ve Sünni ayrımıyla örtüşüyor. Sonuç itibariyle Aleviler burada katliamlara maruz kalıyorlar, ama bu katliamlar Alevileri sol hareketlere daha da yaklaştırıyor. Bunu mesela Çorum Katliamı sırasında görüyoruz. 1980 MHP’nin eski devlet bakanı Gün Sazak bir suikasta kurban gidiyor. Gün Sazak öldürüldükten sonra Çorum’da Alevilerin yoğun yaşadığı Milönü mahallesine yönelik bir saldırı başlıyor Ama diğer katliamlardan farklı olarak Milönü mahallesi o bölgede güçlü olan sol hareketler tarafından korunuyor. Bu nedenden dolayı da saldırının ilk aşaması aslında çok büyük bir katliamla sonuçlanmıyor. Ama saldırı kentin demografik yapısını değiştiriyor. Milönü mahallesindeki Sünniler oradan başka mahallelere taşınıyor. Başka mahallelerdeki Aleviler Milönü mahallesine taşınıyor. Böylece Çorum’un aslında mezhepsel bölünmüşlüğü giderek görünür hale gelmeye başlıyor.
Doğan Bermek: Bir de Çorum’dan çok fazla dışa da göç oldu o sırada Ankara’ya İstanbul’a.
Mehmet Ertan: Ona aslından birazdan değinmek istiyorum. Çünkü katliamların en önemli sonuçlarından bence bir tanesi o. Çorum Katliamının ikinci aşamasına da değinip hemen söylediğiniz noktanın altını çizmek isterim Doğan Bey. Çorum Katliamının Mayıs ayında yaşanan ilk aşaması, Alevilerin güvenlik kaygısıyla sol hareketlere daha fazla yaklaşması ve sol grupların da Milönü Mahallesini koruması sayesinde az hasarla atlatılıyor. Temmuz 1980’e geldiğimizde Çorum Katliamının ikinci aşaması başlıyor. Artık bu aşamada kent, giderek mezhepsel anlamda bölünmüş durumda. Bu koşullar içerisinde Temmuz ayında Milönü mahallesine ikinci bir saldırı girişimi başlıyor ve bu girişim engellenemiyor. Çorum Katliamının ikinci aşaması 4-5 gün sürüyor ve sonucunda 57 kişi hayatını kaybediyor, 200 kişi de yaralanıyor.
Bu katliamlar tabi Alevilerin kolektif hafızasında bir yer ediniyor. Özellikle de Madımak Katliamının ardından Aleviler geçmişe dönük olarak bu katliamları bir kez daha hatırlıyorlar ve Madımak Katliamına giden yolun taşlarının birazcık da Birinci Sivas’ta, Malatya’da, Maraş’ta ve Çorum’da döşendiğini söylüyorlar. Bu kolektif hafıza içerisindeki önemli yerinin dışında bir diğer önemli noktası da tetiklediği demografik değişiklikler. Katliamlar, bu şehirlerde yaşayan Alevilerin özellikle bu bölgeleri terk ederek yakınlardaki büyük şehirlere taşınmasını beraberinde getiriyor. 1970’lerde Malatya, Sivas, Çorum, Maraş gibi illerin nüfusunun üçte biri ile yarıya yakını Alevilerden oluşurken bugün Alevilerin bu şehirlerdeki nüfusu giderek azalmış durumda. Bu hem kentlerin demografik yapısının hem de siyasi coğrafyasının ciddi şekilde değişmesini beraberinde getirecek.
Benim en azından 70’li yıllarda Alevilerin maruz kaldığı katliamlara ilişkin söyleyebileceğim noktalar bunlar. Ama şunun tekrar altını çizmemiz gerekiyor belki: Bu katliamların tamamının yeniden hatırlanmasında Madımak’ın çok belirleyici ve önemli bir rolü var. Aleviler Madımak Katliamından sonra kolektif hafızalarını yenilerken, 70’li yıllarda maruz kaldıkları katliamları bir kere daha hatırlamaya ve onları aslında birbirleriyle beraber ilerleyen bir tarihsel hatta oturtmaya başlıyorlar.
Doğan Bermek: Yani bir zincire oturuyor Madımak ‘la beraber bu süreç herhalde.
Mehmet Ertan: Evet, kesinlikle onu söyleyebilmek mümkün.
Doğan Bey: Evet bir zincire oturuyor ve o zincirin acıklı bir halkası haline geliyor Madımak. En acı halkalarından bir tanesi haline geliyor. Peki Mehmet Bey başka bir diyeceğiniz var mı bu konularda?
Mehmet Ertan: Çok teşekkür ederim, sağ olun. Ekleyecek başka bir şeyim yok.
Doğan Bermek: Biz teşekkür ederiz. Çok güzel bir analiz oldu, çok güzel bir inceleme oldu. Muhakkak ki çok sorumuz çıkacak dosyamızı paylaştıktan sonra devam edeceğiz bu konuları konuşmaya. Ama bu aşamada yaptığınız katkı için çok teşekkür ediyoruz. Bu tür çalışmaları yapan akademisyenlere de çok minnettarız gerçekten. Akademik çalışmaların sayısının artmasını istiyoruz. Çünkü bizim dikkatimizden kaçan, görmediğimiz, anlamadığımız, düşünmediğimiz boyutları bize getiriyorsunuz ve bizi yeni baştan düşünmeye ve değerlendirmeye itiyorsunuz. Bu anlamda yaptığınız işin hem tarihi hem insani değeri çok yüksek. Sadece akademik olarak düşünmeyin bunu. Bir yandan da hem insani önemi çok yüksek bunların hem tarihi önemi çok yüksek yaptığınız çalışmaların. Bu çalışmaların bizim geleceğimizin şekillenmesinde, Alevi dünyasının şekillenmesinde, hatta Türkiye’nin şekillenmesinde çok önemi olacağını düşünüyorum.
Mehmet Ertan: Ben de bu güzel değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim, sağ olun. Aynı zamanda da yaptığım çalışmaları daha geniş bir kamuoyuyla buluşturma imkânı sağladığınız için de bir kere daha teşekkür etmek istiyorum Doğan Bey.
Doğan Bermek: Bizim işimiz zaten bu, biz bunun için varız. Alevi dünyası ile buluşturmak için varız. Peki bir şeyiniz var mı, şöyle şöyle olsa daha iyi olurdu, böyle böyle olsa daha iyi olur, olabilir, bu gidiş şuraya gider falan gibi bir perspektifiniz var mı yoksa dokunmak istemez misiniz o alana?
Mehmet Ertan: Geleceğe yönelik bir perspektiften ziyade Alevi hareketinin şu anda izlediği politikleşme hattına dair bir kaç değerlendirme yapabilirim. Bu politikleşme hattını Alevilerin Alevi olmayanlar eşit düzlemde var olma talebi üzerine şekillendiğini belirtmiştik. Katliamların da bu şekillenmede önemli bir rol oynadığını söylemiştik. Kültürel, etnik, dinsel bir topluluk olarak Alevilerin kültürel, dinsel, etnik farklılıklarını biricikleştirmeden, Alevi olmayanlarla eşit düzlemde siyasal sahaya katılmak istemeleri, bana kalırsa yurttaşlık ve laiklik kavramlarının gelişimi için hayati bir öneme sahip. Benim çalışmamada Alevi hareketinin kısıtlılıkları ve imkanları derken özellikle kastetmeye çalıştığım şey şudur: Alevi hareketinin klasik bir kimlik siyaseti olarak ortaya çıkmasına yönelik kısıtlılıkları aslında Alevi hareketinin yurttaşlık ve laiklik kavramının gelişimine sunabileceği katkı imkanlarını bize veriyor. Yani kısıtlılık olarak gördüğümüz şey aslında başka bir yerden çok geniş imkanlar açılabiliyor. Ben bunun çok sağlıklı bir politikleşme hattı olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda da Alevi hareketinin politikleşme deneyiminin bizlere laiklik ve yurttaşlık bağlamında çok şey öğreteceği kanısındayım. Belki böyle bitirmem uygun olabilir.
Doğan Bermek: Çok teşekkür ediyoruz Mehmet Bey, ağzınıza sağlık, aklınıza sağlık. Tekrar görüşmek üzere bu toplantıyı kapatıyoruz. İnşallah önümüzde başka katliamlar olmaz. Geçmiş katliamlarda kaybettiklerimiz için en iyi dileklerimizi tekrar ediyoruz, Allah rahmet eylesin cümlesine. Ben başta söyleyemediğim bir şeyden söyleyeyim: Aleviliğin tarihinde katliamlar gerçekten çok. Kerbela belki Aleviliğin şekillenmesinde önemli katliamlardan bir tanesi ve öyle başlıyoruz. Böyle Alevilik biraz travmatik bir inanç sistemi. Geçenlerde birisi bir arkadaşımız biz ne zaman iktidar olacağız. Ben dedim ki Alevilik iktidar olmak üzerine kurulu değil, iktidar olmamak üzerine planlanmış ve programlanmış bir inanç sistemi. Hiçbir zaman iktidar olmayı düşünme. Yeter ki insan olmaya çalışalım, hep beraber olmaya çalışalım falan gibi bir muhabbetimiz olmuştu kendisiyle.
Tekrar canlarını kaybedenleri anıyoruz, hepsinin devri daim olsun. Size çok çok teşekkür ediyoruz ve bu konuda sık sık görüşmeyi umut ediyoruz. Yeni perspektifler açacağınızı umut ediyoruz önümüze.
Alevi katliamlarında yitirdiğimiz canlarımızı rahmet ve saygı ile anıyoruz.
Ülkemizin seçkin aydınları ile Alevi katliamları zincirinde MADIMAK ve çağdaş Alevi yapılanması konularında söyleştik. Katkıda bulunan değerli dostlara şükranlarımızla.
Öncesi ve sonrası ile MADIMAK söyleşilerinde "Alevi katliamlarının kolektif hafıza ve siyasallaşmadaki etkileri" konusunu Dr. MEHMET ERTAN'dan dinliyoruz.
https://www.youtube.com/watch?v=u-C4vWfGPJA
Söyleşi metnine aşağıdan erişebilirsiniz.
ALEVİ KATLİAMLARININ KOLEKTİF HAFIZA VE SİYASALLAŞMADAKİ ETKİLERİ
28.Haziran.2020
Dr. Mehmet Ertan
Doğan Bermek: Değerli dostalar öncesi ve sonrasıyla Madımak dosyamızdan önemli bir söyleşiye daha başlıyoruz şimdi. Dr. Mehmet Ertan, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgilerden mezun, Boğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktorasını yapmış. Yüksek lisans tezi “Aleviliğin Örtük Politikleşmesi ve Sol Siyaset İlişkileri”. Doktora tezi “Politikada Alevilik: Aleviliğin Politikleşmesi Süreci, Kimlik Siyasetinin Kısıtlılıkları ve İmkanları”. Bu kitap olarak da basılmış durumda. Dolayısıyla Dr. Mehmet Ertan Aleviliğin serencamıyla ilgili, özellikle politikleşme, katliamlar-politika ilişkileri üzerinde epey araştırma yapmış, epey derinleşmiş bir arkadaşımız, bir dostumuz, değerli bir bilim adamı. Şimdi Alevi katliamlarının siyasallaşmadaki etkilerini konuşacağız, tabi yakın dönemi konuşacağız. 1960’lardan sonraki dönemi konuşacağız. Zaten Alevi katliamları da katliam süreci olarak 66 Ortaca ile başlar, arkasından Elbistan var, arkasından Malatya var, Çorum var, Tokat var, Birinci Sivas var ve sonra dehşetengiz bir hadise olarak Maraş var. Ondan sonra 12 Eylül geliyor. 12 Eylül’den sonra katliam pek görülmüyor ama bu sefer de dehşetli asimilasyon baskısı var Aleviliğin üzerinde. Yeni bir anayasa geliyor ve din dersi zorunlu hale döndürülüyor. Zorunlu hale döndürüldükten sonra tamamen Sünnileşme misyonerliğine dönüştürülüyor din dersleri ve Alevi köylerine zorla cami yapma baskıları da başlıyor. Bu arada Aleviler kendi kendilerini yavaş yavaş örgütlüyorlar. Biliyorsunuz bu hikâyeyi, hikâyenin bu tarafını. Sonra 1993’te yine o katliam psikolojisi patlıyor, canlanıyor ve 93’te Madımak gibi insanlık dışı, dehşetli berbat bir olay yaşıyoruz. Madımak ‘ta kaybettiklerimizi yine anıyoruz burada, saygıyla, sevgiyle. Devirlerinin daim olmasını diliyoruz. Madımak ’tan sonra da Gazi ve Ümraniye olaylarını yaşadık 95’te. Ama Madımak ’la birlikte gerek Türkiye’nin politikleşme sürecinde gerekse Alevilerin örgütlenmesinde, kurumlaşmasında birtakım dönüşümler falan da oldu. Ve bu dönüşümlerden sonra Alevilik kendisinin bir çatışmaya kapı açmayacağını, çatışmayacağını, bu işe silahın sokulmayacağını o kadar net bir şekilde, o kadar net bir dille anlatabildi ki kamuoyuna ve dünyaya, bundan sonrada da bir daha bu şeyler bir daha denenmedi ve umut ediyoruz ki bundan sonra da denenmez. Şimdi ben izninizle sözü sayın Dr. Mehmet Ertan kardeşimize bırakıyorum ve kendisi bizleri bu konuda aydınlatacak. Belki ben ara sıra lafa girerim, bilemiyorum. Buyurun Mehmet Bey.
Mehmet Ertan: Teşekkür ederim Doğan Bey, sağ olun. Böylesine kıymetli bir toplantı serisi ve webinar serisi başlattınız ve sonrasında beni buna davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim, sağ olun. Ben kendi araştırma hikayem üzerinden biraz başlayayım. Çünkü doktora tezim için Aleviliğin özellikle 1990’lı yıllarda bir kimlik siyaseti olarak politikleşmesine çalışırken Alevilerin 1993’te Madımak, 1995’te Gazi Mahallesinde maruz kaldığı katliamların politikleşme seyrini hızlandırıcı bir etkiye sahip olduğunu düşünüyordum. Ama doktora çalışmam için Alevi hareketi içinde yer almış insanlarla görüşmelere başladığımda gördüm ki özellikle Madımak Katliamının Alevi hareketi içerisinde oynadığı rol, hatta daha geniş anlamda katliamların Alevi hareketi içerisindeki rolü hızlandırıcı bir etkiye sahip olmanın çok daha ötesinde bir anlama sahip. Hızlandırıcı bir etkisi var, ama böyle nitelendirmek katliamların Alevi hareketi içerisindeki rolünü anlamaya yetmiyor. Özellikle fark ettiğim nokta şu oldu: Katliamlar aslında Alevi kimliğinin önemli bir parçası. Tarihsel anlamda Alevi kimliği, katliamlara sürekli maruz kalmakla beraber ilerlemiş. Bunun kolektif hafızasına baktığımızda 1240’ta Babai isyanıyla, 15. Yüzyılda Şeyh Bedrettin İsyanıyla, 16. Yüzyılda gerçekleşen isyanlar bu isyanları bastırmak için yapılan katliamlarla, 1826’de Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra Bektaşilere yönelik katliamlarla, cumhuriyet döneminde, biraz Kürt kimliğiyle iç içe geçecek ama Dersim’le ve sizin de az önce belirttiğiniz gibi 1960’lı yıllarda Ortaca’yla, 1978de Malatya, Sivas ve Maraş’la ve daha sonra Madımak ile ilerleyen bir süreç var. Madımak tam da Alevi hareketinin, bir kimlik hareketi olarak şekillenmeye başladığı dönemde katliamlarla dolu bu kolektif hafızanın çok daha bir tarihsel seyre oturtularak hatırlanmasını beraberinde getirecek
Katliamların, benim çalışmalarım açısından önemli olan noktası şuydu: Alevilerin siyasallaşma süreçlerini nasıl etkiliyor? Ben biraz buna bakmaya çalıştım, bunu görmeye çalıştım. Orada da fark ettiğim nokta şu oldu: Aleviler, katliamlar Alevi tarihinin ve Alevi kimliğinin ayrılmaz bir parçası haline geldiği için kendi kimliklerine ve kendi özgünlüklerine vurgu yapan bir politikleşme hattı izlemek yerine, kendilerinin Alevi olmayanlarla eşit düzlemde var olacağı bir siyasallaşma hattı izlemeye başlıyorlar. Ne demek istediğimi biraz daha açmaya çalışayım. 1990’lı yıllarda bütün dünyada kimlik siyasetleri yükselişe geçiyor, yani kültürel kimlikler siyasi hareketlere kaynaklık etmeye başlıyor. Bu dalga Alevileri de içine çekiyor ve Aleviler de kendi kimlikleriyle siyaset sahnesinde var olmaya başlıyorlar. 1990’lı yıllardan itibaren kurulan Alevi dernekleriyle siyaset sahnesinde aktif bir görünürlük kazanmaya başlıyorlar. Ama Alevi hareketi klasik bir kimlik siyaseti gibi kendi kimliğinin özgünlüğüne vurgu yapan ve kimliği politikleşmenin merkezine yerleştiren bir hat izlemiyor, bunun yerine politikleşmenin merkezine Alevi olmayanlarla eşit düzlemde var olma talebini yerleştiriyor. Bunu niçin yapıyorlar? Benim buna verdiğimi yanıt, özellikle yeni katliamlara maruz kalmamak için bunu yaptıkları. Çünkü Aleviler kendi kimliklerini, farklıklarını vurguladığı noktadan itibaren, Türkiye’de özellikle muhafazakâr bir kültürle şekillenmeye başlayan siyasal alanın - bu tabir maruz görülsün ama- günah keçisi haline geliyorlar. Dolayısıyla da kitlesel katliamlara açık bir kırılganlığa kavuşuyorlar. Aleviler bu nedenle de siyasette Alevi olmayanlarla eşit düzlemede kendilerini var edecek daha evrensel kavramlar üzerinden siyasallaşma yoluna gidiyorlar, çünkü bu sayede olası katliamlara karşı kendilerini koruyabileceklerini düşünüyorlar. Bu evrensel kavramlar ne oluyor? Alevi hareketine baktığımız zaman çok net iki kavram karşımıza çıkıyor. Biri laiklik, diğeri de yurttaşlık kavramları. Aleviler gerçek anlamda laik bir Türkiye ve eşit yurttaşlık kavramıyla kendi problemlerinin çözülebileceğini ve siyaset sahnesinde Alevi olmayanlarla eşit düzlemde var olabileceklerini düşünüyorlar. Bu uzun girizgahtan sonra katliamların Alevilerin siyasallaşmasına etkisi nedir diye soracak olursak, benim verebileceğim en net yanıt, Alevilerin siyaset sahnesine Alevi olmayanlarla eşit düzlemde katılabileceği evrensel kavramlar üzerinden Aleviliğin politikleşmesini sağlamasıdır.
Doğan Bermek: Peki, deneyimlediğiniz, çalışmalarınızda muhakkak ki birçok detayla da karşılaştınız. O detaylardan söz edebiliriz, süre olarak bir sınırımız yok Mehmet Bey.
Mehmet Ertan: Katliamlar ve Alevilerin parti kurma süreçlerine değinebilirim, çünkü burada ilginç bir ilişki var. Katliamlar kısa vadede, burada kısa vadede kelimesinin altını çizerek vurgulamak lazım, Aleviliğin siyasal parti formunda politikleşmesini hızlandırıyor. İki örnekle bunu açıklayabilirim. 1960’lı yılların ortalarından itibaren bir Alevi partileşmesi tartışmaları başlıyor. Bu zaten daha sonra Birlik Partisi’nin kurulmasına giden süreçle sonlanacak. Ama partileşme tartışmaları henüz devam ederken ve bu fikir henüz Alevi hareketinin içerisinde olgunlaştırılmamışken, 1966 yılında Ortaca Katliamının yaşanıyor olması, bir anda Alevi partileşmesi sürecini hızlandırıyor. Yoktan var etmiyor, zaten kendi seyrinde ilerleyen bir partileşme girişimi var, ama Ortaca Katliamı olmasa belki biraz daha orta vadeye yayılacak bir girişim bir anda hızlanıyor ve yine 1966 yılında Birlik Partisi kuruluyor. Benzer bir süreç 1990’lı yıllarda Madımak ve Gazi katliamlarından sonra oluyor. 1993 yılında Madımak Katliamına karşı kamuoyunun, hukuk sisteminin ve mevcut siyasi partilerin kayıtsızlığı, tepkisizliği Alevileri bir tepki olarak kendi kimliklerine sahip çıkmaya yöneltiyor. Aleviler, Madımak Katliamına karşı özellikle de iktidar ortağı SHP’nin gerekli tepkiyi gösterememesinden de hareketle artık mevcut siyasi partilerle yol alamayız diye düşünmeye başlıyor ve bu düşünce Alevileri yeni bir partileşme sürecine yönlendiriyor. Bu partileşme sürecini somut pratiğe çeviren de yine bir başka katliam oluyor: 1995’te yaşanan Gazi Katliamı. 1995 yılında Demokratik Barış Hareketi siyaset sahnesine dahil oluyor ve 1996’da Barış Partisi adıyla partileşiyor. Katliamlar kısa vadede Alevi partileşmesi deneyimlerini tetikliyor dememin nedeni şuydu, orta ve uzun vadede Alevilerin kendi kimliklerinden ziyade Alevi olmayanlarla eşit düzlemde siyaset sahnesinde var olmaya çalışma eğilimleri burada da kendisini gösteriyor ve Alevi partileri Türkiye siyasal hayatına tutunmayı başaramıyorlar. Alevi nüfusun Türkiye’deki toplamını düşündüğümüzde Birlik Partisi 1969 seçimlerinde %2,8 oranında, 1973 seçimlerinde %1,1, 1977 seçimlerindeyse %0,4 oranında oy alır. Barış Partisi tek bir seçime girer, 1999 seçimleri. O seçimde de %0,25 oranında oy alır. Bu oranlar, Alevi nüfusun Türkiye’deki ortalamasını düşündüğümüzde çok düşük rakamlar. Bu da bize şunu gösteriyor: Katliamlar, kısa vadede bir tepki olarak Alevi politikleşmesini bir parti formunda şekillendiriyor olabilir, ama orta ve uzun vadede Alevileri Alevi partilerine oy vermekten de alıkoyuyor. Çünkü Aleviler bu partilere oy vermek yerine kendilerinin siyaset sahnesinde Alevi olmayanlarla eşit düzlemde var olabilmesine imkân tanıyan kavramlar üzerine bina edilen sosyal demokrat veya sosyalist nitelikteki sol partilere oy vererek politikleşmeyi tercih ediyorlar.
Doğan Bermek: Evet, yani bir inanç partisi modeli Aleviler için cazip gözükmüyor.
Mehmet Ertan: Evet. Ben bunun biraz da katliamlardan korunmak refleksif olarak ortaya çıkan bir siyasal tezahür olduğunu düşünüyorum.
Doğan Bermek: Bir de tabi kurulan siyasi partinin veya oy isteyen siyasi partinin siyasette var olup olmayacağı endişesi, o siyasi partinin siyasal geçmişi falan gibi şeyler de var tabi. Sonuç alabilecek bir siyasi hareketin içinde yer almayı ister çoğunlukla insanlar, hele böyle kesimler diye düşünüyorum.
Mehmet Ertan: Kesinlikle öyle. Tabi bir de Alevi partileşmesi açısından dezavantaj olan bir unsur daha var, o da Alevilerin demografik dağılımı. Mesela Kürt siyasal partileri için bu aslında daha avantajlı bir durum, çünkü Kürt nüfusun belirli bir coğrafyada yoğunlukları var. Dolayısıyla genel seçimlerde olmasa da yerel seçimlerde iktidara gelebilecek bir güçleri var. Alevilerin demografik dağılımını düşündüğümüzde, bir Alevi partisinin sadece genel seçimlerde değil yerel seçimlerde iktidara gelebilme şansı çok düşük. Aleviler Tunceli dışında yaşadıkları bir çok il ve ilçede de azınlık durumundalar. Yani demografik dağılım da önemli bir dezavantaj oluyor Alevi partileşmesi için.
Doğan Bermek: Aleviler fena halde entegre olmuşlar, fena halde dağılmışlar Türkiye’deki satha. Yani böyle bir ayrışma söz konusu değil, ama sürekli itiliyorlar ayrışmaya. Ya doğru itiliyorlar, itilmişler o süreçte. Peki Ortaca’dan sonra?
Mehmet Ertan: Biraz belki Madımak’a doğru giden süreçten bahsedebiliriz bu bağlamda. Az önce bahsettiğimiz katliamlar tarihinde yakın döneme doğru geldiğimizde, 1960’lar sonrasında ilk maruz kalınan katliam girişimi Ortaca Katliamı oluyor. Muğla’nın Ortaca ilçesinde iki köy arasında bir arazi ihtilafından başlıyor, en azından görünen nedeni o oluyor. Ama bu ihtilaf bir mezhep çatışmasına da dönüşüyor. Bir kişi hayatını kaybediyor, 7 kişi yaralanıyor. Hatta bu TBMM’nin gündemine taşınıyor bu katliam girişimi. CHP “Türkiye’de artık laiklik meselesi çözülmüştür dolayısıyla mezhep çatışmaları da çözülmüştür” tarzında bir pozisyon alınca Alevi kamuoyunda zaten yürütülmekte olan partileşme tartışmaları “kendi haklarımızı savunmak için ayrı bir partileşmeye gitmeliyiz” düşüncesini daha da güçlendiriyor.
Doğan Bermek: Bir Alevi Manifestosu var yine o arka planda o zaman.
Mehmet Ertan: Tabi, 1963’te yayınlanan üniversite öğrencilerinin manifestosu var. Manifestoya imza atan isimlerden bir tanesi sonrasında Birlik Partisi’nin genel başkanlarından birisi olacak Mustafa Timisi. Ortaca’dan sonra da Alevilere yönelik saldırılar Kırıkhan’da, Islahiye’de ve Elbistan’da sürüyor. Ama Alevi kolektif hafızasında ve siyasallaşma sürecinde çok daha travmatik etkilere sahip olan 1978 yılı var. Çünkü bu 1978 yılında ardı ardına üç katliam yaşanacak. Önce Malatya’da, sonra Sivas’ta ve en sonunda en ağırı ve travmatiği Maraş’ta yaşanacak. Bu katliamlar zincirine bir de 1980’de Çorum’da yaşanan katliamı eklememiz gerekiyor. Bu katliamlar üzerine daha uzun konuşmak gerekiyor. Bu katliamların sosyolojik bir okumasını yapmak gerekiyor.
Çalışmalarımda geliştirdiğim bir kavram var: Örtük politikleşme. Bu kavramla şunu kast ediyorum. 1990’larda Alevilik bir kimlik siyasetine kaynaklık etmeye başlıyor, yani Aleviler Alevi kimlikleriyle siyasal sahada var olmaya, dernekler kurmaya başlıyorlar. Aslında Aleviler, 1960’larda ve 1970’lerde de kamusal alanda varlar ama Alevi kimlikleriyle görünür değiller. Aleviler, 1960-1980 arası dönemde sol hareketlere dahil olarak, CHP’ye oy vererek veya sosyalist hareketlerin içinde yer alarak, görünür olmaya başlıyorlar. Alevi olmaları onların sol hareketlerle bütünleşmesini kolaylaştırıyor ama sol hareketlerin içinde Alevi kimliğiyle değil o hareketin bir unsuru olarak var oluyorlar. Ben de örtük politikleşme kavramıyla, politikleşenin bir kimlik olarak Alevilik değil, bireysel düzeyde Aleviler olduğunu belirtmeye çalışıyorum. 1970’li yıllarda Alevilerin maruz kaldığı katliamları anlamak için örtük politikleşme kavramının önemli olduğunu düşünüyorum. Neden önemli olduğunu anlatmak için de bir sosyolojik arka plan çizmek isterim. Bir boyutuyla 1950’lerde, ve 1960’larda kentleşmenin etkisiyle Aleviler, gündelik hayatta, kamusal hayatta daha görünür olmaya başlıyorlar. Daha öncesinde dışa kapalı bir yaşam formu içerisinde bulundukları köylerinden çıkarak kentlere geliyorlar. Alevilerin kente gelmesiyle daha öncesinde daha kapalı olan köyler dışa açılmaya başlıyor. Kentleşme sonuçta Alevileri gündelik hayatta eskisine göre daha görünür hale getiriyor. Bu sayede eğitim imkanları genişliyor devlet memuriyetinde daha fazla ilerleyebiliyorlar, kentlerde fabrikalarda işçi olmaya başlıyorlar, kendi işletmelerini, dükkanlarını açmaya başlıyorlar. Dolayısıyla gündelik hayatta, ekonomik hayatta Aleviler daha görünür olmaya başlıyor.
Doğan Bermek: Kent hayatına entegrasyon da başlıyor bu arada.
Mehmet Ertan: Evet, kent hayatına entegrasyon başlıyor ve bu entegrasyon ve görünürlük yukarıya doğru bir sosyal mobilizasyon içinde yaşanıyor. Şimdi bu, hikâyenin bir tarafı. Bir diğer tarafta Türkiye, özellikle 1960’lardan sonra bir sanayileşme süreci de yaşamaya başlıyor. Bizim ithal ikameci sanayileşme dediğimiz politikalar uygulanıyor ve özellikle dayanıklı tüketim maddeleri üzerinden yeni fabrikalar açılmaya başlanıyor. Sanayileşme süreçleri genellikle küçük üreticilerin aleyhine işler. Bir analoji kuracak olursak süpermarketler kurulunca mahalle bakkalları nasıl bir çöküntüye uğruyorsa fabrikalar kuruldukça küçük üreticilerin de yaşam koşullarında bir kötüleşme yaşanır. Anadolu’da da genellikle bu küçük üreticiler dediğimiz toplumsal grup daha çok Sünni muhafazakâr bir tabandan oluşuyordu. Bunlar zaten 1960’larda Adalet Partisi’ne (AP), 1970’lerde yine Adalet Partisi’ne ama daha çok Milli Selamet Partisi’ne (MSP), Milliyetçi Hareket Partisi’ne (MHP), oy veren bir toplumsal taban. Sanayileşme süreciyle beraber onların yaşam koşulları kötüleşiyor ve dükkanlarını kaybederek işçileşme tehdidiyle karşı karşıya kalmaya başlıyorlar. Burada eş zamanlı olarak birbirinden bağımsız gelişen iki süreç var. Bir yandan Alevilerin toplumsal hayatta artan görünürlüğü var, bir diğer yandan da Sünni-muhafazakâr küçük burjuvazinin, aslında esnafın, yaşam koşularında yaşanan kötüleşme var. Sünni muhafazakar küçük burjuvazinin yaşam koşullarındaki kötüleşme kapitalizmden ve sanayileşmeden kaynaklıyor, ama insanlar bu büyük sosyolojik resmi içinde yaşarken göremiyorlar ve kendi yaşam koşullarının kötüleşmesinden daha öncesinde toplumsal hayatta eskisi kadar görünür olmayan Alevileri suçlamaya başlıyorlar.
Doğan Bermek: Özellikle Maraş gibi daha küçük yerlerde, daha dar alanlarda evet, doğru.
Mehmet Ertan: Özellikle de Aleviler ve Sünnilerin beraber yaşadığı Maraş, Çorum, Sivas ve Malatya gibi illerde.
Doğan Bermek: Yani ekmeğe ortak oldu bu Aleviler, ekmeğime ortak oldu bu Aleviler gibi geliyor değil mi onlara?
Mehmet Ertan: Ekmeğimi elimden aldı diyorlar, evet. Böyle bir durum tabi ki yok ama onlar kendi ekonomik sıkıntılarını böyle yorumluyor.
Doğan Bermek: Kapitalizmin genzine vurduğu darbenin sorumlusu olarak Alevileri görmeye başlıyorlar.
Mehmet Ertan: Teşbihte hata olmaz diyerek belirteyim meşhur bir söz vardır ya, insan gördüğü şeytanı görmediği şeytana tercih eder diye. Burada kapitalizm sürecini göremeyen muhafazakar küçük burjuvazi, hiçbir ilgisi olmamasına rağmen yanı başında görünür olmaya başlayan Alevileri ekonomik sıkıntıların sorumlusu olarak görüyor. Katliamların sosyolojik arka planını bu şekilde çizebiliriz. Ama tabi ki bu sosyolojik arka plan, ancak politik bir tetiklenmeyle harekete geçirilebilir. Bu noktada da biraz MHP’ye bakmak gerekiyor. Bu olayların 1978 yılında gerçekleşiyor olması bir tesadüf değil, çünkü Çorum Katliamı hariç bahsettiğimiz bütün katliamlar Ecevit’in başbakanlığı döneminde yaşanıyor. MHP, Ecevit’in başbakanlığı bir sıkıyönetim ilanı, sıkıyönetim kararı aldırmak istiyor. Çünkü seçimlerle iktidara gelemeyeceğini görüyor. Aslında MHP’nin 1973 seçimlerinde %3,5 oranındaki oyu, 1977 seçimlerinde %6,5’a çıkar, ama bu yükseliş MHP’nin iktidara gelmesi için yeterli değildir. MHP bir sıkıyönetim ilanıyla, resmen iktidara gelmese de fiilen düşünceleriyle iktidara gelebileceğini düşünüyor bu dönemde. Bunun için de özellikle Ecevit’in iktidarda olduğu bir dönemde, sıkıyönetim kararını kolaylaştırabilecek şekilde etnik fay hatlarını tetikliyor. Bunun için de en uygun nokta, Alevilerin ve Sünnilerin heterojen olarak birbirine yakın nüfuslarda yaşadıkları ve biraz önce bahsettiğimiz sosyolojik huzursuzluğun hissedildiği yerler. Şimdi müsaade ederseniz birkaç rakam vermek istiyorum. Yürüttüğüm çalışma içerisinde şunu gördüm: 1973 seçimlerinde CHP Türkiye’nin birinci partisi oluyor, %33,3 oranında oy alıyor. Maraş’ta %32, Sivas’ta %32,9, Malatya’da %44, Çorum’da %30 oranında oy alıyor. Çok yüksek oy aldığı Malatya dışında, CHP’nin bu illerdeki oy ortalaması Türkiye ortalamasının etrafında geziniyor. Ama bu illerin ilginç yanı, bu illerde sağın birinci partisi Adalet Partisi değil, MSP olması. Yani bütün illerde MSP ikinci parti, AP üçüncü parti konumunda. Bu da bütün bu illerde muhafazakar bir hassasiyet olduğunu gösteriyor. 1977 seçimlerine geliyoruz. Yine CHP hemen hemen bütün illerde Türkiye ortalamasına yakın bir oy oranı alıyor. Türkiye ortalaması %41,4 olan CHP’nin oy oranları Maraş’ta %34, Sivas’ta %42,9, Malatya’da yine çok yüksek %52, Çorum’da %36. CHP, Çorum hariç bu illerin birinci partisi. Çorum’da AP birinci parti ama o da %37, yani %1 fark ediyor. Ama bu seçimlerde ilginç olan nokta şu: MSP’nin oyları eriyor. MSP’nin oylarının bir kısmı AP’ye gidiyor ama önemli bir kısmı MHP’ye gidiyor. MHP Türkiye’de %6,4 oranında oy almasına rağmen, Maraş’ta %15, Sivas’ta %13,2, Malatya’da %9, Çorum’da ise %12 oranında oy alıyor. Yani bu dört ilde MHP, Türkiye ortalamasının yaklaşık iki katı kadar oy alıyor.
Doğan Bermek: Yani kökten dinci kesimin oyları MHP’ye kayıyor bu süreçte.
Mehmet Ertan: Bu bize şunu da gösteriyor: Az önce bahsettiğimiz sosyal huzursuzluk, patlamaya hazır bir potansiyele sahipti. MSP’den MHP’ye kayış artık tencerenin iyice fokurdadığını gösteriyor. Yani bu huzursuzluğun giderek büyüdüğünü gösteriyor. Ve bu huzursuzluk 1978 yılında, az önce de söylediğimiz gibi Ecevit’in başbakanlığı döneminde bir sıkıyönetim ilanını da tetikleyecek şekilde harekete geçiyor. Önce Malatya’da başlıyor olaylar, Nisan 1978’de. Malatya’nın belediye başkanı Adalet Partili, çok da meşhur bir isim: Hamit Fendoğlu. Hamido diye biliniyor zaten ama bir sağ konsorsiyum ile seçiliyor. Yani AP başkanı ama MSP de MHP de o zaman Demokratik Parti var, onlar da destek veriyorlar Hamido’ya. Hamido belediye başkanı seçiliyor ama Nisan 1978’de bir bombalı suikast sonucunda Hamido, gelini ve torunu hayatını kaybediyor. Hamido’nun cenazesi sırasında zaten Malatya katliamı patlak veriyor. Cenazenin hemen ardından, seyir de ilginçtir bu arada, cenazeyi toprağa veren kitle, TÖB-DER’e, CHP’ye ve DİSK binalarına saldırıyor. Sonrasında kent merkezindeki Alevilerin dükkanlarına saldırmaya başlıyor. Ondan sonra da kent merkezindeki Beydağ, Cemal Gürsel ve Başharık gibi Alevi mahallelilerine saldırmaya başlıyor. Olaylar iki gün boyunca sürüyor ve sona erdiğinde 8 kişi hayatını kaybediyor, 100 kadar kişi de yaralanıyor. Saldırının seyri farkındaysanız ilginç, biraz bunun üzerinde durmak gerekiyor. Çünkü diğer katliamlarda da bu olacak. Alevilik solculukla özdeş kılınıyor ve aslında solculuğu ve onunla beraber Aleviliği çağrıştıran bütün simgelere ve mekanlara saldırılıyor. CHP binasına, TÖB-DER’e, DİSK’e Alevi mahallelerine, sonrasında Alevilerin dükkanlarına.
Sivas’ta, Malatya olaylarının hemen ardından, 3-4 Eylül’de tam Ramazan Bayramının arifesinde patlak veriyor saldırı. Aslında pazar yerinde, bir çocuk kavgasından çıkıyor ilk önce. Sonra bu çocuk kavgasını bir yaşlı Alevi ayırmaya çalışıyor, ona yönelik bir darp faaliyeti gerçekleşiyor. Bir anda olaylar bir mezhep çatışması şeklinde büyümeye başlıyor. Burada saldırının boyutu büyürken Alevilere yönelik bir başka suçlama da devreye giriyor: Dinsizlik. Bütün kentte dinsiz Aleviler Ali Baba camisini bombaladılar dedikodusu yayılıyor. Sivas’ın meşhur Alevi mahallerinden biri olan Ali Baba mahallesine yönelik bir saldırı başlıyor. Bu saldırı sonra Altıntabak, Kılavuz, Çayyurt gibi diğer Alevi mahallerine de yayılıyor. Ama Malatya’dan biraz daha farklı olarak Sivas’ta Alevi mahallerinde Aleviler bir direniş göstererek saldırganları püskürtmeye çalışıyorlar. İki günün sonunda olaylar, Yozgat ve Kayseri’den gelen jandarmaların müdahalesiyle engellenebiliyor. Sivas katliamının sonucunda da 9 kişi hayatını kaybediyor, 100’den fazla kişi yaralanıyor.
Bu katliamların en ağırı 1978 yılında Aralık ayında Maraş’ta yaşanıyor. Yönetmenliğini Cüneyt Arkın’ın yaptığı ve ülkücü camia için yapılmış bir sinema filmi olan Güneş Ne Zaman Doğacak’ın gösterildiği sinema salonuna bir bomba atılıyor. Ülkücü militanlar bı bombalamayı solculardan biliyorlar ve bir misilleme olarak solcuların gittiği bir kahvehaneye saldırıyorlar. Karşılıklı saldırılar kentteki tansiyonu yükseltiyor. Sonrasında Maraş’ta iki tane solcu öğretmen evlerinden okula giderken öldürülüyorlar. Onların cenazesi kaldırılacakken bu defa ülkücü militanlar cenazeye saldırıyorlar ve cenazelerin toprağa defnedilmesine engel oluyorlar. Sonrasında da yine az önce anlattığımız seyir içinde Maraş il merkezinde CHP, DİSK ve TÖB-DER binaları saldırıya uğramaya başlıyor. Sonra saldırganlar Maraş’ın il merkezindeki Alevilerin dükkanları ve mahallelerine saldırmaya başlıyor. Ama Maraş Katliamını büyüten, kent merkeziyle sınırlı kalmayıp kırsal bölgelere de yayılması. Sonuçta Maraş ve çevresindeki 11 ilde iki ay boyunca sıkıyönetim ilan edilerek katliam bastırılabiliyor. Tabi sonuç çok çarpıcı ve üzüntü verici. 111 kişi hayatını kaybediyor, 1000’den fazla kişi de yaralanıyor Maraş olaylarında.
Doğan Bermek: Bunlar bir de resmi rakamlar. Resmi olmayan rakamların da olduğu söyleniyor, tabii çok iyi bilmiyoruz.
Mehmet Ertan: Dediğiniz gibi ben de resmi rakamlar üzerinden hareket ediyorum tabii. Bu katliamların bana kalırsa iki önemli sonucu var. İlki politik sonuçları. Katliamlar aslında bir boyutuyla Alevilerle sol arasındaki yakınlaşmanın bir ürünüymüş gibi duruyor. Çünkü saldıranların motivasyonu sadece Alevilere saldırmak değil, aynı zamanda solculara da saldırmak. Bu kentlerde özellikle de sağ-sol ayrımı biraz Alevi ve Sünni ayrımıyla örtüşüyor. Sonuç itibariyle Aleviler burada katliamlara maruz kalıyorlar, ama bu katliamlar Alevileri sol hareketlere daha da yaklaştırıyor. Bunu mesela Çorum Katliamı sırasında görüyoruz. 1980 MHP’nin eski devlet bakanı Gün Sazak bir suikasta kurban gidiyor. Gün Sazak öldürüldükten sonra Çorum’da Alevilerin yoğun yaşadığı Milönü mahallesine yönelik bir saldırı başlıyor Ama diğer katliamlardan farklı olarak Milönü mahallesi o bölgede güçlü olan sol hareketler tarafından korunuyor. Bu nedenden dolayı da saldırının ilk aşaması aslında çok büyük bir katliamla sonuçlanmıyor. Ama saldırı kentin demografik yapısını değiştiriyor. Milönü mahallesindeki Sünniler oradan başka mahallelere taşınıyor. Başka mahallelerdeki Aleviler Milönü mahallesine taşınıyor. Böylece Çorum’un aslında mezhepsel bölünmüşlüğü giderek görünür hale gelmeye başlıyor.
Doğan Bermek: Bir de Çorum’dan çok fazla dışa da göç oldu o sırada Ankara’ya İstanbul’a.
Mehmet Ertan: Ona aslından birazdan değinmek istiyorum. Çünkü katliamların en önemli sonuçlarından bence bir tanesi o. Çorum Katliamının ikinci aşamasına da değinip hemen söylediğiniz noktanın altını çizmek isterim Doğan Bey. Çorum Katliamının Mayıs ayında yaşanan ilk aşaması, Alevilerin güvenlik kaygısıyla sol hareketlere daha fazla yaklaşması ve sol grupların da Milönü Mahallesini koruması sayesinde az hasarla atlatılıyor. Temmuz 1980’e geldiğimizde Çorum Katliamının ikinci aşaması başlıyor. Artık bu aşamada kent, giderek mezhepsel anlamda bölünmüş durumda. Bu koşullar içerisinde Temmuz ayında Milönü mahallesine ikinci bir saldırı girişimi başlıyor ve bu girişim engellenemiyor. Çorum Katliamının ikinci aşaması 4-5 gün sürüyor ve sonucunda 57 kişi hayatını kaybediyor, 200 kişi de yaralanıyor.
Bu katliamlar tabi Alevilerin kolektif hafızasında bir yer ediniyor. Özellikle de Madımak Katliamının ardından Aleviler geçmişe dönük olarak bu katliamları bir kez daha hatırlıyorlar ve Madımak Katliamına giden yolun taşlarının birazcık da Birinci Sivas’ta, Malatya’da, Maraş’ta ve Çorum’da döşendiğini söylüyorlar. Bu kolektif hafıza içerisindeki önemli yerinin dışında bir diğer önemli noktası da tetiklediği demografik değişiklikler. Katliamlar, bu şehirlerde yaşayan Alevilerin özellikle bu bölgeleri terk ederek yakınlardaki büyük şehirlere taşınmasını beraberinde getiriyor. 1970’lerde Malatya, Sivas, Çorum, Maraş gibi illerin nüfusunun üçte biri ile yarıya yakını Alevilerden oluşurken bugün Alevilerin bu şehirlerdeki nüfusu giderek azalmış durumda. Bu hem kentlerin demografik yapısının hem de siyasi coğrafyasının ciddi şekilde değişmesini beraberinde getirecek.
Benim en azından 70’li yıllarda Alevilerin maruz kaldığı katliamlara ilişkin söyleyebileceğim noktalar bunlar. Ama şunun tekrar altını çizmemiz gerekiyor belki: Bu katliamların tamamının yeniden hatırlanmasında Madımak’ın çok belirleyici ve önemli bir rolü var. Aleviler Madımak Katliamından sonra kolektif hafızalarını yenilerken, 70’li yıllarda maruz kaldıkları katliamları bir kere daha hatırlamaya ve onları aslında birbirleriyle beraber ilerleyen bir tarihsel hatta oturtmaya başlıyorlar.
Doğan Bermek: Yani bir zincire oturuyor Madımak ‘la beraber bu süreç herhalde.
Mehmet Ertan: Evet, kesinlikle onu söyleyebilmek mümkün.
Doğan Bey: Evet bir zincire oturuyor ve o zincirin acıklı bir halkası haline geliyor Madımak. En acı halkalarından bir tanesi haline geliyor. Peki Mehmet Bey başka bir diyeceğiniz var mı bu konularda?
Mehmet Ertan: Çok teşekkür ederim, sağ olun. Ekleyecek başka bir şeyim yok.
Doğan Bermek: Biz teşekkür ederiz. Çok güzel bir analiz oldu, çok güzel bir inceleme oldu. Muhakkak ki çok sorumuz çıkacak dosyamızı paylaştıktan sonra devam edeceğiz bu konuları konuşmaya. Ama bu aşamada yaptığınız katkı için çok teşekkür ediyoruz. Bu tür çalışmaları yapan akademisyenlere de çok minnettarız gerçekten. Akademik çalışmaların sayısının artmasını istiyoruz. Çünkü bizim dikkatimizden kaçan, görmediğimiz, anlamadığımız, düşünmediğimiz boyutları bize getiriyorsunuz ve bizi yeni baştan düşünmeye ve değerlendirmeye itiyorsunuz. Bu anlamda yaptığınız işin hem tarihi hem insani değeri çok yüksek. Sadece akademik olarak düşünmeyin bunu. Bir yandan da hem insani önemi çok yüksek bunların hem tarihi önemi çok yüksek yaptığınız çalışmaların. Bu çalışmaların bizim geleceğimizin şekillenmesinde, Alevi dünyasının şekillenmesinde, hatta Türkiye’nin şekillenmesinde çok önemi olacağını düşünüyorum.
Mehmet Ertan: Ben de bu güzel değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim, sağ olun. Aynı zamanda da yaptığım çalışmaları daha geniş bir kamuoyuyla buluşturma imkânı sağladığınız için de bir kere daha teşekkür etmek istiyorum Doğan Bey.
Doğan Bermek: Bizim işimiz zaten bu, biz bunun için varız. Alevi dünyası ile buluşturmak için varız. Peki bir şeyiniz var mı, şöyle şöyle olsa daha iyi olurdu, böyle böyle olsa daha iyi olur, olabilir, bu gidiş şuraya gider falan gibi bir perspektifiniz var mı yoksa dokunmak istemez misiniz o alana?
Mehmet Ertan: Geleceğe yönelik bir perspektiften ziyade Alevi hareketinin şu anda izlediği politikleşme hattına dair bir kaç değerlendirme yapabilirim. Bu politikleşme hattını Alevilerin Alevi olmayanlar eşit düzlemde var olma talebi üzerine şekillendiğini belirtmiştik. Katliamların da bu şekillenmede önemli bir rol oynadığını söylemiştik. Kültürel, etnik, dinsel bir topluluk olarak Alevilerin kültürel, dinsel, etnik farklılıklarını biricikleştirmeden, Alevi olmayanlarla eşit düzlemde siyasal sahaya katılmak istemeleri, bana kalırsa yurttaşlık ve laiklik kavramlarının gelişimi için hayati bir öneme sahip. Benim çalışmamada Alevi hareketinin kısıtlılıkları ve imkanları derken özellikle kastetmeye çalıştığım şey şudur: Alevi hareketinin klasik bir kimlik siyaseti olarak ortaya çıkmasına yönelik kısıtlılıkları aslında Alevi hareketinin yurttaşlık ve laiklik kavramının gelişimine sunabileceği katkı imkanlarını bize veriyor. Yani kısıtlılık olarak gördüğümüz şey aslında başka bir yerden çok geniş imkanlar açılabiliyor. Ben bunun çok sağlıklı bir politikleşme hattı olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda da Alevi hareketinin politikleşme deneyiminin bizlere laiklik ve yurttaşlık bağlamında çok şey öğreteceği kanısındayım. Belki böyle bitirmem uygun olabilir.
Doğan Bermek: Çok teşekkür ediyoruz Mehmet Bey, ağzınıza sağlık, aklınıza sağlık. Tekrar görüşmek üzere bu toplantıyı kapatıyoruz. İnşallah önümüzde başka katliamlar olmaz. Geçmiş katliamlarda kaybettiklerimiz için en iyi dileklerimizi tekrar ediyoruz, Allah rahmet eylesin cümlesine. Ben başta söyleyemediğim bir şeyden söyleyeyim: Aleviliğin tarihinde katliamlar gerçekten çok. Kerbela belki Aleviliğin şekillenmesinde önemli katliamlardan bir tanesi ve öyle başlıyoruz. Böyle Alevilik biraz travmatik bir inanç sistemi. Geçenlerde birisi bir arkadaşımız biz ne zaman iktidar olacağız. Ben dedim ki Alevilik iktidar olmak üzerine kurulu değil, iktidar olmamak üzerine planlanmış ve programlanmış bir inanç sistemi. Hiçbir zaman iktidar olmayı düşünme. Yeter ki insan olmaya çalışalım, hep beraber olmaya çalışalım falan gibi bir muhabbetimiz olmuştu kendisiyle.
Tekrar canlarını kaybedenleri anıyoruz, hepsinin devri daim olsun. Size çok çok teşekkür ediyoruz ve bu konuda sık sık görüşmeyi umut ediyoruz. Yeni perspektifler açacağınızı umut ediyoruz önümüze.