'AYASOFYA MÜZESİ KARARI' IŞIĞINDA BEKTAŞİ VAKIFLARININ HUKUKİ STATÜSÜ

Av. İbrahim KAYGUSUZ

Türklerin İslam dinine geçmesi ile Arap Emeği – Abbasi İslam yorumundan farklı olarak İslam dinini kendi yaşam biçimine göre yorumlamışlardır. Bu Erenler ’den en önemlisi, Türkistan pirlerinden Hâce Ahmet Yesevî düşüncesi ve yorumuydu. Yesevî dergahından yetişen öğrencileri Türkistan’dan Anadolu’ya gelince birçok ilde Anadolu ve Balkanlar’da halkı irşat etmeye başladılar. Hem fetihlere – (Gazalara) katılıyor hem de Türk- İslam mefkuresini Alevilik-Bektaşilik adı ile yaymaya çalışıyorlardı. Kurdukları dergahlarda gönül adamı olarak hem mutasavvıf hem asker hem de bir meslek sahibi oldular. Keramet sahibi idiler. Ayrıca bu erenlerin, sosyal hayatın kurumlaşması, mesleki kurumların oluşmasında da önemli etkinlikleri vardı.  Türkistan’dan gelen bu erenlerin başlıcaları; Pir-i Horasan diye adlandırılan Hâce Bektaş- Veli, Mevlâna Celâlettin-i Rum-i, Hâce Bayram-ı Veli, Abdal Musa, Yunus Emre, Taptuk Emre, Kaygusuz Abdal önemli velilerdi ve Anadolu’yu ve Balkanlar’ı tahta kılıçlarla feth eden gönül erleriydiler.

Bu erenlerden; “Mevlânâ Celalettin Rum-î; Selçuklu Devleti’nin başşehri Konya'da, Hacı Bektaş-ı Veli ise Kırşehir taraflarında hizmet etmiştir. Antalya’da Abdal Musa, Ankara ile Konya arasında Hacı Bayram Veli, tesis edilen dergahlarında (sonradan vakıflaşmışlar) faaliyet göstermişler halkı irşat etmişlerdir.  İrşat ve ilmiyle bu günkü Aleviliğin fikir babaları olmuşlardır.

“Hacı Bayram-ı Velî’nin temsil ettiği, ehl-i sünnet inancına sahip Bayramîye tarikatı kurulmuştur. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Temsil etiği Bektaşi tarikatı oluşmuştur. Osmanlı hanedanı Hacı Bektaş-ı Veli’yi ordunun koruyucusu, Hacı Bayrâm-ı Velî’yi de devletin koruyucusu bilmiştir (Öztürk, 1985: 33-34). “

“Bu mutasavvıflar, kurulan vakıfları aracılığıyla iç barış ve huzurun sağlanması katkıda bulunmuşlardır. O zaman tüm toplumun çoğunluğu alevi – Bektaşi inancında olduğundan, bu toplum yapısı düşüncesi toplumu düzenini sağlamıştır. Bu nedenle, Başta Hacı Bektaş Zaviyesi olmak üzere Kızıl Veli (Deli), Akyazılı ve Abdal Mûsâ, Hacı Bayram Veli gibi Rum abdalları zümresine mensup Kalenderî şeyhlerine ait bazı büyük zaviyeler devletçe desteklenmişlerdir.

“Bu cümleden olarak; Bektaşi dervişlerinin, Rumeli fetihlerinde aktif rol oynayan 1. Bayezid tarafından ödüllendirildikleri, Seyyid Ali Sultan’a gösterdiği yararlıktan dolayı Dimetoka yakınlarında Darıbükü/Karabükü denilen mevkide topraklar bahşettiği, vakıf toprakları üzerinde tekkesini kurduğu bilinmektedir. (Altı,2019:38). “

“Özellikle Osmanlı Döneminde yeniçeriliğin Bektaşiliğe dayanması ve bu dönemdeki Safevî Devletince, Anadolu’da başlatılan yoğun bir “Kızılbaşlık” propagandasına karşı devletçe çareler aranmaya başlamıştır. II. Bayezid’in bu dönemde vakıflara verdiği destek, Bektaşiliğin iktisadi yönden güçlenmesine zemin hazırlayan nedenlerden biridir (Ocak,1992;377). Bektaşiliğin ikinci devresini oluşturan Balım Sultan döneminde ise yönetimle ilgili en dikkat çekici gelişme, bütün Bektaşi tekke vakıflarının Hacı Bektaş Zaviyesinin idaresine bağlanmasıdır. Böylelikle Hacı Bektaş Zaviyesinin artık diğer zaviyelerin şeyh ve mütevelli tayinlerinde son sözü söyler duruma gelmesi sağlanmıştır. Hacı Bektaş şeyhinin iznine bağlı olarak babadan oğula geçmek suretiyle doldurulmuştur.” Yeniçeri ocağının kapatılmasına kadar, Bektaşi dergâh ve vakıflarına devletçe gereken destek sağlanmış ve araziler bağışlanmıştır.

Bu makalemizde; Hacı Bektaşi Veli Dergahı ve bağlı, Hacı Bektaşi Veli Vakfiyesine mensup vakıflardan veya kapatılmaları halinde Bektaşî Taifesinden bir kimsenin yönetime getirildiği vakıflardan bahsedeceğiz. Bu vakıfların ve mal varlıklarının tespit edilerek aynı konuda faaliyet gösteren bu günkü vakıflara devri gerekeceği açıklamaya çalışılmıştır.
Makalenin gelişme aşamasında ise Mülhak adı verilen bu vakıfların mallarının hukuki statülerinin Anayasa Mahkemesi ve Danıştay Kararları ışığında incelemeye çalışılmıştır.

Her ne kadar Hacı Bektaş Veli dergâhı, Nevşehir Suluca Karahöyük ‘de kurulmuş ise de Hacı Bektaş öğretisi tüm Osmanlı halkı arasında yaygınlaşmış ve benimsenmiştir. Ve özellikle 2. Beyazıt zamanında da Hacıbektaş erenleri ve bağlılarının savaşta gösterdikleri yararlılıklar yüzünden bağlı askeri ocak (yeni çeri) kurulmuştur. Bu nedenle tasavvufî tüm kurumlar, Anadolu’da İstanbul ve Rumeli’de yoğunlaşmıştır. Yoğunlaşan bu görüşlere devletçe ihsanlarda bulunulmuş ve menkul ve gayrimenkul mallar kurulan vakıflar yoluyla Bektaşi tekke ve dergahlarına bırakılmıştır.

Bu Vakıf ve dergahların çeşitli kaynaklarda kayıtları bulunmaktadır. Ayrıca Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde kayıtları mevcuttur.
Bu vakıfların tümünün MAZBUT VAKIFLAR olduğu açıktır. Yani vakfedenleri, akarları olmayan, sadece kayıtları mevcut, Yönetimi Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde olan vakıflardır. Bu vakıflar aşağıda inceleyeceğimiz Mahkeme Kararlarına göre tekrar vakfedenin iradesi doğrultusunda hayat verilecek hale gelmiştir.

Günümüzde de Bektaş’ı Tarikatına Mensup Vakıf ve Özel Hukuk Kamu Tüzel Kişilerin talebi halinde bu vakıfların yeniden hayat bulacağını düşünmekteyim.

Bu makalenin amacı; yukarıda sayılan dergâh ve vakıfların incelenen mahkeme kararları ışığında yeniden hayat bulup bulmayacağı konusunda araştırmacılara ve Bektaşi vakıflarına yol gösterici olmaktan ibarettir.

DANIŞTAY 10. HUKUK DAİRESİNİN AYASOFYA KARARI:

(Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği) adındaki dernek Ayasofya müzesinin Cami olarak hizmete açılması için Danıştay 10. Hukuk Dairesinde dava açarak 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiştir.

Talep gerekçesinde; Ayasofya'nın tapu kaydında "müze" değil, "cami" ifadesinin yer aldığı ve UNESCO'nun resmi internet sitesinde müze olarak tanımlanmadığı, vakıf malı olan Ayasofya'nın vakfiyesine uygun bir şekilde cami olarak kullanılması gerektiği, vakfedenin iradesine aykırı hareket edildiği, ileri sürmüştür.

Bu nedenle; T.C   Başbakanlık makamına   31/08/2016 tarihinde başvurulmuştur.  Başbakanlığın bağlı kuruluşu olan Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1. Bölge Müdürlüğün 19/10/2016 tarih ve 27882 sayılı işlem numarası ile başvuru ret edilince, davacı Dernek, ret gerekçesinin dayanağı olan Ayasofya Camii'nin müzeye çevrilmesine ilişkin 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali için Danıştay’a başvurmuştur.

Mahkeme o tarihte kapatılmamış olan BAŞBAKANLIK makamından savunma almıştır. Yapılan savunmada ; Davanın süresinde açılmadığı,  zamana aşımı süresinin dolduğu, işlem hakkında kesin hüküm bulunduğu; Ayasofya Camii'nin 1470 tarihli “Mehmet Han-ı Sanî Bin Murad Han-ı Sanî Vakfı” vakfiyesinden olup tapunun 57 pafta, 57 ada, 7 parselinde “türbe, akaret, muvakkithane ve medreseyi müştemil Ayasofya’yı Kebir Camii Şerifi” olarak kayıtlı olduğu, söz konusu Vakfın tüzel kişiliğe sahip bir mazbut vakıf olduğu ve Vakıflar Genel Müdürlüğünce temsil ve idare edildiği savunarak  Davanın reddini istemiştir.

Davalı İdarenin savunmasında; öne çıkan ve yeni davalara dayanak olacak ZAMAN AŞIMI konusu:

İncelediğimiz 10. Daire kararından yararlanmak isteyecek BEKTAŞİ Vakıflar için önemlidir. Çünkü Osmanlı döneminde kurulan Bektaşi Vakıfları Mülhak vakıflardır. Birçoğunun gayrimenkulleri kaybolmuş sadece kayıtları bulunmaktadır. Bu yazıda incelenen mahkeme kararlarında bu vakıflar için zaman aşımı olmayacağına dair hüküm içermektedir. (Nitekim birçok azınlık vakıfları bu kararlardan yararlanarak vakıf mallarını geri almışlardır.)

Mahkeme; Davalı idarenin davada süre aşımı olduğu iddiası yönünden durumu incelemiş ve bahse konu kararda; Ayasofya’nın kullanım şeklinin iç hukukumuza göre belirlenmesi önünde Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme ’de engel bir hükmün bulunmadığı belirtilmiştir. Ancak, söz konusu dava içeriğinde; Ayasofya’nın mülkiyeti, vakıf niteliği ve tapusunda yer alan vasfı itibarıyla vakıf senedinde tahsis edildiği amaç dışında kullanımının hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddialar yönünden esasa ilişkin herhangi bir inceleme ve değerlendirme bulunmadığı gibi, buna dair herhangi bir gerekçe ve hüküm de yer almadığını” kabul etmiştir. “Bu itibarla, davacı Derneğin daha önceki davalar kapsamında yargılama konusu yapılmayan, hakkında herhangi bir gerekçe ve hüküm bulunmayan dava sebepleri yönünden 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince yaptığı yeni ve farklı bir başvuru sonucu tesis edilen işlem üzerine ortaya çıkan uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmekte olup, belirtilen konular hakkında kesinleşen bir hükümden söz edilemeyeceğinden, davalı idarenin usule ilişkin iddiaları yerinde görülmeyerek, “ Şeklinde gerekçe göstererek İş bu davanın yeni bir dava olduğuna işaret etmiş ve zaman aşımı süresinin bu davada işlemeyeceğine karar vermiştir.

Bu gerekçe; Mülhak Bektaşi Vakıfları için de geçerli bir gerekçedir. Sayın Mahkeme; yeni ortaya çıkan bir uyuşmazlıklarda ve bu uyuşmazlık ve gerekçeleri bugüne kadar dile getirilmemiş ise, iş bu anlaşmazlık konusu bir yeni iddia olduğundan zamanaşımı süresi de dolmadığını kabul etmektedir.
Sayın Mahkeme; gerekçesini oluştururken aşağıdaki mevzuata dayandığını açıklamaktadır.
“Günümüzde vakıf kurulabilmesi, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre mümkün olmakla birlikte, anılan Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten önce kurulmuş olan vakıfların, tarihten gelen özellikleri, kuruluş irade ve amaçları ile vakıf senetlerindeki şartlar gereği korunmaları ve sürekliliklerinin sağlanması hususları gözetilerek, “mazbut vakıflar”, “mülhak vakıflar”, “yeni vakıflar”, “cemaat vakıfları” ve “esnaf vakıflarının yönetimi, faaliyetleri ve denetimi, yurt içi ve yurt dışındaki taşınır ve taşınmaz vakıf kültür varlıklarının tescili, muhafazası, onarımı ve yaşatılması, vakıf varlıklarının ekonomik şekilde işletilmesi ve değerlendirilmesinin sağlanmasına ilişkin usûl ve esaslar 20/02/2008 tarih ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nda düzenlenmiştir.”
Burada sayın Mahkeme; 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’na dayanarak; Aynı gayeye matuf yeni vakıf kurulabildiği gibi; Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıfların yaşatılması gerektiğine işaret etmektedir. Mahkemeye göre bu (Mülhak Vakıfların Tarihten gelen özellikleri (Örneğin Bektaşi vakıf ve türbeleri, dergahları, bunları kuran iradeler (Padişah fermanları ve ya mütevellilerin iradeleri),  Vakıf senetlerindeki hükümleri gereğince,  bu vakıfların yeniden hayata geçirilmeleri ve sürekli kılınması gerektiğine işaret etmektedir. Bu nedenle bu vakıfların hangi şartlarla yaşatılması gerektiği ise yukarıdaki paragrafta işaret etmiş ve bu görevin Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde olduğunu beyan etmiştir.

(Buraya bir parantez açalım. Bilindiği gibi İstanbul Sütlüce Karaağaç Tekkesinin bulunduğu arazi bir vakıf arazisidir ve 2. Bayezid Han tarafından oluşturulmuş ve inşa edilmiş Osmanlı’nın 2. büyük Bektaşi dergahıdır. Bu vakfın arazisi Büyükşehir Belediyesine bağlı bir İnşaat firmasına satılmış oradan da özel bir firmaya devredilerek otel haline getirilmiştir. Bu Dergâhın yeniden ihyası için tarafımdan (Alevi ve Bektaşi Vakfı adına) dava konusu başlatılmıştır. (Davaya Danıştay Dava Daireleri Kurulu’nda bakılmaktadır.)
(Sayın Danıştay 10. Dairesinin Ayasofya kararından Mimari ve tarihi değeri olan vakıfların satılamayacağı, Tahsis edileceği maksat dışında kullanılamayacağı hükmüne göre Sütlüce Karaağaç dergahının satılan gayrimenkulün tapusunun iptali cihetine gidileceği de hukuki olsa gerektir.)
Sayın Mahkeme açıkladığı gerekçeli kararında;
Bu görüşe göre İdarelerinin tamamı Vakıflar genel Müdürlüğüne kalmış MAZBUT vakıflar ile, Yönetimleri mütevellilerinin üst soylarına veya aynı amacı güden tüzel kişilere bırakılan MÜLHAK vakıflar; aynı amaçla kullanılmak şartıyla aynı amacı güden vakıflar ile kamu yararına çalışan derneklere verilir demektedir.
Böylece günümüz Alevi – Bektaşi vakıf ve dernekleri Vakıflar Genel Müdürlüğüne başvurarak aynı amacı güden MAZBUT ve MÜLHAK vakıf mallarının kendilerine tahsisi yolu açılmıştır.
Nitekim; anaya Mahkemesi, 04/12/1969 tarih ve E:1969/35, K:1969/70, 26/12/2013 tarih ve E:2013/70, K:2013/166 sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere, kökü İslâm hukukuna dayanan, temelinde vakfedenlerin iradesi bulunan ve bir sosyal yardım kurumu olan vakıflar,” cümlesini kurarak bu ifadede anlamını bulan hizmetlere tahsis edilmesi gerektiğine işaret etmiştir.
Sayın Mahkeme; Eski Vakıflar Hakkında Uygulanacak Hukuk Kurallarını izah ederken Benzer şekilde, 1 Ocak 2002 tarihinde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle birlikte, 864 sayılı Kanun'u yürürlükten kaldıran 03/12/2001 tarih ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 8. maddesinde de, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar için yürürlükte olan özel kurallar saklı tutularak 4 Ekim 1926 tarihinden önce kurulmuş olan vakıfların hukuki statülerinin muhafazasına karar verilmiştir.” kanaatini ve . 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlüğe girdiği 04/10/1926 tarihinden önce kurulan vakıfların hukuki statüleri 2762 sayılı Vakıflar Kanunu (hâlen 5737 sayılı Vakıflar Kanunu) hükümleri çerçevesinde korunmaya devam edilmiştir”. Şeklinde görüşünü beyan etmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Eski Vakıflarla İlgili Değerlendirmeleri de benzer görüş taşımaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30/05/2007 tarih ve E:2007/18-293, K:2007/310 sayılı Kararında vakıflarla ilgili olarak yapılan genel değerlendirme şu şekildedir: Yukarıda yapılan açıklamalardan hareketle Osmanlı tatbikatında vakıf; tek taraflı irade beyanıyla kurulan, yargılama sonucunda lüzumuna karar verilen, tescille hüküm ifade eden; konusu malum, muayyen ve dayanıklı bir malın, vakfedenin mülkiyetinden çıkarılıp özel ve tüzel kişilerin yararına, gayesine uygun bir biçimde mütevellilerince idare edilen hukuki müesseselerdir.” Şeklinde yorum getirmiştir. Bu nedenle Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da MÜLHAK vakıf da olsa Allah’ın mülkiyetine geçen bir vakfın mallarının özel mülkiyete konu olamayacağını hüküm altına almıştır.

d)  Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun Kariye Camii’ne Dair Kararı;
“743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlüğe girdiği 04/10/1926 tarihinden önce kurulmuş, mazbut vakıf hayratı statüsünde bulunan 2008 yılı itibariyle 141 ülkeye ait 851 varlık bulunduğu bunların 660'ı kültürel, 166'sı doğal, 25'i ise kültürel ve doğal varlık olduğu, kültürel bir miras niteliği taşıyan İstanbul’un tarihi alanlarının 06/12/1985 tarihinde Dünya Miras Listesine dahil edildiği Cami mescit türbe ve vakıf eserlerinin korunmasına karar vermiştir.” Dedikten sonra, Osmanlı hukukuna göre kurulan Hayrat taşınmazlar; ibadethane, hasta hane ve aşhane gibi doğrudan doğruya hayır hizmetlerinin ifası için kurulmuş olan vakıfların taşınmazları olduğunu, bu taşınmazlar gerek mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu, gerekse halen yürürlükte olan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu hükümleri uyarınca kamu malı niteliğinde “ olduğunu, dolayısıyla,” bunlar hakkında, esas itibariyle, özel mülkiyet hükümleri tatbik olunamaz. Hayrat malları satılamaz, rehin edilemez, haciz olunamazlar, bunlar için ne mülkiyete ne de irtifak haklarına ilişkin kazandırıcı zamanaşımı hükümleri uygulanamaz.” Denilerek bu vakıfların dava konusu edilmesi için zaman aşımı süresinin işlemeyeceğini hüküm altına almıştır Ayrıca bu tür malların özel mülkiyete konu edilemiyeceğini de kararında belirtmiştir.

Hayrat vakıflarının temel özelliği bunların amaç dışı kullanımlara karşı üçüncü kişiler yanında, bizzat Devlet'e karşı da korunmuş olmasıdır. Bu vakıfların Devlet'in koruması altında olması, Devlet'in istediği zaman ve istediği şekilde vakıf malları üzerinde tasarrufta bulunması anlamına gelmez. Devlet, sadece vakıf malların amacı doğrultusunda kullanılmasını teminen, kendisine emanet edildiği varlık konumundadır. Bir düzenleme ile olsa bile hayrat vakıfların, başka bir amaca özgülenmesi, hukuka aykırı olacaktır.

e)  Anayasa Mahkemesi Kararı:

Anayasa Mahkemesinin 30/01/1969 tarih ve E:1967/47, K:1969/9 sayılı Kararına göre vakıf mallarının maliki hiçbir zaman Devlet değil, vakıfların kendileridir: “İslâm hukukuna göre kurulmuş olan ve varlıkları 2762 sayılı, 5/6/1935 günlü Vakıflar Kanunu ile tanınan vakıfların taşınmaz mallarının bu vakıfların mülkiyeti altında olduğu gerek İslâm hukukunun, gerekse o hukukun bu konudaki hükümlerini saklı tutan Vakıflar Kanununun hükümleri gereğidir. Demek ki vakıf mallarının maliki, hiçbir zaman Devlet değil, vakıfların kendileridir.”

Yargıtay içtihatlarına göre de vakıf mallarının sahibi Devlet değildir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 26/05/1935 tarih ve E:1935/78, K:1935/6 sayılı Kararında da 864 sayılı Kanunu Medeninin Sureti Meriyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun'un 8. maddesi gereğince “Kanunu Medeninin meriyete vaz’ından evvel vücuda getirilen bu gibi evkaf hakkında esasatı sabıkanın tatbiki lazım gelmesine”, “mal-ı vakfın emval-i Devletten olmadığının kabuliyle” ifadeleri kullanılarak, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlüğe girdiği tarihten önce kurulmuş olan vakıflar hakkında anılan Kanun'dan önceki hukuk kurallarının uygulanacağı ve vakıf mallarının Devlet malı hükmünde olmadığı karara bağlanmıştır.

f)  04/10/1926 Tarihinden Önce Kurulan Vakıflarla İlgili Genel Değerlendirme:

Yukarıda alıntılanan kanun hükümleri, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay kararlarının birlikte değerlendirilmesinden 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlüğe girdiği 04/10/1926 tarihinden önce kurulmuş olan vakıflarla ilgili olarak;
(i)    Vakfiye ya da vakıf senedinin, vakfın kurucu belgesi olduğu, bu belgelerin, vakfın konusuna, amacına ve organlarına dair vakfedenin iradesini yansıtan düzenlemeler içerdiği,
(ii)   Vakfiye ya da vakıf senedi hükümlerinin, hukuk kuralı etki, değer ve gücünde olduğu; vakıf kurma işlemi tamamlandıktan sonra bu kuralların, “vakfedeni”, “vakfı idare edenleri”, “vakıftan faydalanacakları” ve “üçüncü kişileri” bağladığı gibi “Devleti” de bağladığı, (Devletin sadece emanetçi ve idare eden olduğu) bu nedenle, kurucu iradeyi yansıtan vakfiye ya da vakıf senetlerini hiç kimsenin değiştiremeyeceği,
(iii)  Vakıf varlıklarının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasının zorunlu olduğu, sonucuna varılmaktadır.
Bu genel değerlendirme sonucunda Süryani Cemaati. ( Son olarak 21/03/2017 tarih ve 7103 sayılı Kanun'un 78. maddesiyle 5737 sayılı Kanun'a eklenen geçici 13. madde ile Vakıflar Genel Müdürlüğünün mülkiyetindeki Mardin İli, Nusaybin İlçesinde bulunan ve maddede sayılan taşınmazların, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte, taşınmazların bulunduğu bölgede yer alan Süryani cemaatine ait vakıflar arasından Vakıflar Meclisinin kararı ile belirlenecek vakıflar adına, ilgili tapu sicil müdürlüklerince tescil edilmesi hükme bağlanmıştır.
Bu gerekçelerle; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'nin Vakıf Müessesesine Bakışı değişmiş ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde güvence altına alınan haklar arasında “vakıf kurma hakkı” açıkça yer almamakla birlikte AİHM, Sözleşme'nin 11. maddesinde sadece “birlik kurma Hakkı’ndan bahsedilmesine rağmen, bu maddeyi “vakıf kurma hakkını” da kapsayacak şekilde geniş yorumlamaktadır. (Sidiropoulos ve diğerleri/Yunanistan, no. 26695/95, 10/07/1998, § 40; Mihr Vakfı/Türkiye, no. 10815/07, 07/05/2019, § 40), vakıf kurma hakkını Sözleşme'nin 9. maddesindeki din ve vicdan hürriyeti ile 10. maddesindeki ifade hürriyetiyle yakın ilişkili olarak görmektedir (Young, James and Webster/Birleşik Krallık, no. 7601/76; 7806/77, § 57, 13/08/1981).
AİHM, kimi vakıfların yaptığı bireysel başvurularda, Sözleşme'nin eki 1 Nolu Ek Protokole mülkiyetin korunması hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiaları incelemekte ve bu vakıflara ait mal ve hakların tescil ve iadesi ya da maddi tazminat ödenmesi yönünde kararlar vermektedir.
Bu vakıflardan biri olan 1832 yılında Osmanlı döneminde Padişah fermanıyla kurulan ve vakıf statüsü korunan Samatya Surp Kevork Ermeni Kilisesi, Mektebi ve Mezarlığı Vakfının yaptığı başvuru üzerine AİHM, korunan vakıf statüsü ve söz konusu taşınmazların uzun süre vakfa tescilli olduğunu gözeterek taşınmazların vakıf adına yeniden tesciline, tescil yapılmaması hâlinde maddi tazminat ödenmesine karar vermiştir (Samatya Surp Kevork Ermeni Kilisesi, Mektebi ve Mezarlığı Vakfı Yönetim Kurulu/Türkiye, no. 1480/03, 16/12/2008).
Dolayısıyla AİHM'nin de Osmanlı döneminde kurulanlar dâhil olmak üzere, vakıfların korunan statülerinin bir sonucu olarak sahip oldukları taşınmaz ve haklarının mülkiyet hakkı kapsamında korunmasını garanti altına aldığı görülmektedir.
Mülkiyet hakkının maliki olunan varlığı kullanma, değerlendirme ve yararlanma yetkilerini içerdiği açık olduğundan, vakfedenin vakfettiği mal ve haklarla ilgili iradesinin korunması, vakıf varlığının kullanılmasında bu iradeye uygun davranılması gerekmektedir. Bu gereğin zorunlu bir sonucu olarak da vakfedenin iradesine aykırı olarak vakıf taşınmazının vasfının değiştirilmesi ya da vakfedenin iradesi hilafına başka bir amaca hizmet edecek şekilde kullanılmasının AİHM içtihatlarıyla da bağdaşmadığı anlaşılmaktadır.
Sayın Mahkeme bu açıklamaların ve görüşlerin ışığında Ayasofya kararını  Dava Konusu İşlemin İncelerken Ayasofya ‘nın
 
  1. Mazbut Vakıf olduğu; 24/11/934 te görüşülerek, caminin çevresindeki evkafa ait binaların Evkaf Umum müdürlüğünce yıktırılarak temizlettirilmesi ve diğer binaların istimlak, yıkma ve binanın tamir ve muhafazası masrafları da Maarif Vekilliğince verilmek sureti ile Ayasofya camiinin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur.”  Şeklindeki 1934 tarihli Bakanlar Kurulunun yukarıdaki açıklamalara uyarlı olmadığını,
 
  1. Vakıf Senedi içeriğine göre; Vakıf mallarının hiçbir surette kuruluş amacı dışında temlik ya da temellük edilemeyeceği”,
 
  1.  Tapu Senedinde ise; Ayasofya’nın Hayrat taşınmazlardan olduğu, hayrat taşınmazlar ise Vakfa ait olup Özel mülkiyete konu olamayacağı, ibadethane, hastahane ve aşhane gibi doğrudan doğruya hayır hizmetlerinin ifası için kurulmuş olan bu taşınmazlar, gerek mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gerekse hâlen yürürlükte olan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu hükümleri uyarınca “ammenin istifadesine” terk edilmiştir taşınmazlardır olduğundan özel mülkiyete konu olamayacağı görüşlerinin benimsemiştir.

Bu durumda, Türk hukuk sisteminde kadimden beri korunarak yaşatılan Vakfa ait taşınmaz ve hakların vakfiyesi doğrultusunda istifadesine bırakıldığı toplum tarafından kullanılmasına engel olunamayacağı, vakıf senedinde sürekli olarak tahsis edildiği cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığı sonucuna varıldığından, bu hususlar dikkate alınmaksızın Ayasofya'nın cami olarak kullanımının sonlandırılarak müzeye çevrilmesi yönünde tesis edilen dava konusu Bakanlar Kurulu Kararında hukuka uygunluk görülmemiştir. Kararı verilmiş olup karar uygulanmış ve cumhurbaşkanlığı kararına dönüştürülmüştür.
2008 Yılında Yürürlüğe Giren 5737 Sayılı Vakıflar Kanunu 30. Maddesinde
2008 yılında yürürlüğe giren 5737 sayılı Vakıflar Kanunu açıkça 'Vakıf yoluyla meydana gelip de her ne suretle olursa olsun hazine, belediye, özel idareler köy ve tüzel kişiliğin mülkiyetine geçmiş vakıf kültür varlıkları mazbut vakfına devre olunur.' hükmü yer almaktadır.
Bu hüküm gereği 'Gezi Parkı, Selimiye Kışlası, Adile Sultan Sarayı, Pera Palas Oteli de mazbut vakıf olarak tescil edilmiştir. Kanunun yürürlüğe girdiği 2008 yılından beri bu şekilde 1014 taşınmaz mazbut vakıf olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne tescil edilmiştir.
Sultan Fatih Vakfiyesi, Sultan Selim Han Vakfiyesi, Sultan Beyazıt'ın (911 H. (1505 M.)  Vakfiyesinde İstanbul'da bulunan cami, medrese, türbe, tekke, dergâh, mektep ve imaretten oluşan külliyesi için çok sayıda dükkân, ev, bostan, mera, arazi ve arsa vakfetmiştir.
Ahkamü'l-Evkaf'a (Osmanlı döneminde yürüklükte olan vakıf kanunları) göre vakıf kurucusu veya mütevellileri bu yerleri tek kira (icar), çift kira (icareteyn) veya mukataa (zemin kirası) yoluyla işletmişlerdir. Bu bağlamda; 3. Selim döneminde bahsi geçen taşınmazlar mukataaya bağlanarak belli bir zemin kira karşılığı ödenerek, taşınmazın üzerine kışla, talimhane, mescit ve çeşmeden oluşan müştemilat yapılmıştır.

Yazının özü şudur;
BEKTAŞİ VAKIFLARI Osmanlı Mülhak Vakıflarıdır. Vakıf Senetlerinde Bektaşilikle ilgili hükümler bulunan mevcut vakıfların (Alevi- Bektaşi Vakıfları) Vakıflar Genel Müdürlüğüne baş vurarak mahkeme kararları ve 2008 Yılında Yürürlüğe Giren 5737 Sayılı Vakıflar Kanunu 30. Maddesine göre mütevellilerin iradesi gereğince varlıklarının kendilerine ait olduklarını talep etme hakları bulunmaktadır.
Anayasa Mahkemesi Kararı, Danıştay Ayasofya kararı, Danıştay Kariye Camii kararı, Kesin Hüküm ve Zamanaşımı konusunu da çözmüştür.
Bu makalede; Mülhak Bektaş’ı vakıfları tespit edilmeye çalışılmıştır. Tespit edilen vakıf mallarının, gayrimenkullerinin gün yüzüne çıkarılması araştırmacılara, akademisyenlere bırakılmıştır. Hukukçular da tespit edilen bu vakıflar varlıklarının mütevellilerin iradesine uygun olarak hak sahiplerine geçmesini sağlamak olmalıdır.
Avukat İbrahim Kaygusuz
4.Nisan.2021


VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜNDE KAYITLARI BULUNAN MÜLHAK VAKIFLAR:

1-  1230 M/1814 M tarihli Ali Paşa Vakfı’nda
2-  1330 H/1911 M tarihli Şeyh Mehmed Ali Lütfü Baba Efendi ibn Şeyh el-Hâcc Mehmed Nuri Dede Baba Vakfı
3-  1343 H/1922 M tarihli Kantarî Saffet Baba Vakfı.
4-  VGMA, 608/1 -168- 195). El-Hâcc Abdullah Efendi bin Hüseyin Efendi Vakfı’nda Kırşehir’deki Tarîk-i Aliyye-i Bektaşiyye’den
5-  890 H/1485M tarihli Sinânüddin Yusuf Bey bin Abdullah Vakfı’na
6-  Edirne’de Şeyh Ali bin Şeyh Abdülkadir, VGMA,623: 274/296).
7-  Kalkandelen’de Recep Paşa ve VGMA,623: 274/296).
8-  Rumeli’de Mahmut Paşa vakıflarında VGMA,623: 274/296).
9-  Ali Ulvi Baba bin Ali Vakfı’nda da yine vâkıf. (VGMA,610:131/168)
10-İstanbul’da El-Hac Mehmed Tâhir Baba İbni Ali Vakfı’dır. (VGMA,744:85-22).
11-El Hâcc Mehmed bin Hasan Vakfı’nda, (VGMA, 580:14/8).
12-Kantarî Saffet Baba Vakfı’nda
13-Çamlıca’da Tahir Baba Dergâh-ı Şerîfi. (VGMA.609:223- 276).
14-Şeyh Mehmed Ali Lütfü Baba Efendi bin Şeyh el-Hac Mehmed Nuri Dede Baba Vakfı’nda. (VGMA,609:198/239)
15-1330 H/1911 M tarihli Hacı Bektaş’da “Türbedâr el-Hacc Feyzullah Dedebaba Efendi ibn Osman Ağa” tarafından kurulan vakıf.1323 H/1905 M .
16-İstanbul- Kartal’da Nerdiban Karyesinde, Tarîkat-ı Bektaşiye’ye mensup 1331 H/1914 M tarihli Mehmed Hilmi Efendi İbni Ahmed’e ait vakfın
17-Yanya Valisi Vezir Tepe Delenli Ali Paşa’nın Üsküdar’da Mürüvvet Baba Tekyesi için kurduğu 1230 H/1814 M tarihli vakfı (VGMA,580: 54-28)
18-İstanbul’da 1178 H/1764 M tarihli eş-Şeyh Ali Baba Vakfı’nda, “Rumelihisarı’nda Şehidler mevkîinde Sultân Bayezid-i Veli Vakfı’na mukata’alı. (VGMA,627:44/18).
19-Üskudar›da büyük Çamlıca, Sultân Abdülhamîd Hân Vâkfı mülhâkatından merhûm Bostâncıbâşı Abdu’llâh Ağâ 1213 H/1798 M tarihli vakıftır. (VGMA,744:85/22) .
20-İstanbul Üsküdar’da 1217 H/1802 M tarihli Fethi Baba, Feyzullâh Baba İbni İsmail Efendi Vâkfı’da VGMA,744 -298-89).
21-Ali Ulvi Baba ibn Ali tarafından kurulan 1338 H/1919 M tarihli vakıf ise İzmir’de kurulmuştur.
22-Yine mîri arazi üzerine sahib-i arz’ın izniyle inşa edilen “Balpınar Dergâhı” (VGMA, 610: 131/168).
23-Şeyh Ali ibni Şeyh Abdülkadir ‘in 1136 H/1917 M tarihli vakfında. (VGMA,623:274- 296).
24-Rumeli’de Mahmut Paşa kazasında kurulu, 1133 H/1720 M tarihli Derviş Mustafa İbni Şeyh Ali Vakfında, Ârız Baba Zaviyesi’nin (VGMA,623:350/350).
25-Kalkandelen’de Receb Paşa’nın 1215 H/1800 M tarihli vakfı ise Sersem Ali Baba Zaviyesi’nin (VGMA,629: 4-3/1).
26-İzmir haricinde Katipoğlu Kulesi yakınında Yusuf Şemseddin Baba bin Feyzullah tarafından kurulan 1299 H/1881 M vakıfta, (VGMA,608/1:168/195).
27-890 H/1485 M tarihli Tokat-Niksar Baş Çiftlik’te kurulu Sinânüddin Yusuf Bey bin Abdullah Vakfı’dır. (VGMA,582:168/113).
28-Gönen’de Tarîk-i Bektaşiyye’den 1228 H/1813 M tarihli el-Hâcc Mehmed bin Hasan Vakfı’nda (VGMA,580:14/8).
29-Kantarî Saffet Baba Vakfı’nda Makri Köy’ünde Kartaltepe civarında bulunan Zuhurât Baba Türbesı’ne üç bin kuruş vakfedilerek, (VGMA.609:223/276).
30- Üsküdar’da Büyük Çamlıca’da Şeyh Mehmed Ali Lütfü Baba Efendi ibn Şeyh el-Hâcc Mehmed Nuri Dede Baba (VGMA,609:198/239).(Vakıflar Genele Müdürlüğü Arişivi)
31-Karaağaç Tekkesi; İstanbul’da faaliyet gösteren Bektaşi tekkeleri içerisinde en eski ve tarikat organizasyonu açısından en kıdemli olanıdır. 1199/1784 tarihli müfredat defterinden öğrendiğimize göre bu tekke Bektaşi Ali Baba Zaviyesi olarak da bilinmektedir.
32-Erikli Baba; Mehmed Efendi ve Perişan Baba Tekkesi Perişan Baba tekkesi Yedikule kapısı dışında Kazlıçeşme bölgesinde, bugünkü Zeytinburnu’nda Zakirbaşı Sokağında mahalleye de adını veren çeşmenin yakınında bulunmaktadır.
33-Şehidlik Tekkesi; Mahmud Baba tekkesi olarak da bilinen bu tekke, Rumelihisarı’ndaki Şehitlik bölgesindedir. Bugün Boğaziçi Üniversitesi’nin sınırları içerisinde bulunmaktadır.
34- Durmuş Dede Tekkesi; Kadim tekkelerden kabul edebileceğimiz sonuncu tekke ise idari olarak Galata’ya tâbi, Rumelihisarı’nda olduğu bilinen ve 17. yüzyıla kadar mevcudiyetini ispat edebildiğimiz Durmuş Dede tekkesidir.
35- Şahkulu Sultan Tekkesi; Üsküdar Merdivenköy’deki Şahkulu Sultan Dergâhı bilinen en eski dergâhlardan bir tanesidir. Kayıtlarda Nerdibanlı köyü olarak geçmektedir.
36- Karaca Ahmed Sultan Tekkesi; Karaca Ahmed Sultan Tekkesi Üsküdar’dadır. Eski tekkelerden olup Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde yerini almıştır. Tekkede medfun olan Asmani Dede tarik-i Yesevi’den olarak tarif edilmiştir.
37- Yarımca Baba Tekkesi; Gene Üsküdar’da bir diğer önemli tekke Öküz Limanı veya Paşa limanı bölgesindeki Yarımca Baba tekkesidir.
38- Dede Zaviyesi; İbrahim Paşa nahiyesinde Balaban Ağa mahallesinde kurulmuş küçük bir Bektaşi zaviyesidir. Vakfievi Müsliman Dede kendine vakfetmiş daha sonra da Hacı Bektaş oğlu Mahmud’a ve daha sonra onun oğullarına kalmasını istemiştir. Ancak bu oğullar tükendikten sonra mülkünün Hacı Bektaş Ocağı’na kalması kaydedilmiştir.
39- Mürüvvet Baba Tekkesi; Önemli görülen bir diğer tekke ise Üsküdar’da Kasım Ağa mahallesinde bulunan Mürüvvet Baba tekkesidir.
40- Karyağdı Baba Tekkesi; Eyüp’te İdris Köşkü civarındaki Karyağdı Baba Tekkesi, eski İstanbul tekkelerindendir. İdris Köşkü, Evliya Çelebi’den öğrendiğimiz kadarıyla Bayramiye tarikatından Şeyh İdris tarafından yapılmıştı.
41-Kıncı Baba Tekkesi; hakkında literatürde çok fazla bilgi kayda geçmemiş olmakla beraber tekrarlanan sabit bir bilgi vardır. Üsküdar’da Nuh kuyusu civarında bulunan bu tekke Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışı esnasında yerle bir olmuş, şeyhi idam edilmiştir. (VAKFİYELER IŞIĞINDA HACI BEKTAŞ VELİ TEKKESİ VE BAZI BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİYLE İLİŞKİLERİ* Nilgün ÇEVRİMLİ
42- Tahir Baba Tekkesi; El-Hac Mehmet Tahir Baba bin Ali tarafından 1213/1798 yılında kurulmuş olan Bektaşi tekkesi Üsküdar’da Çamlıca-i kebir’de bulunan Kısıklı karyesindedir. Fakat vakfiyenin tescilinin yapıldığı 1234/1819 senesinde bu bölge Kefeci mahallesi olarak belirtilmiştir. (Bektaşilik ve İstanbul’daki Bektaşi Tekkeleri Üzerine Bir İnceleme Gülay Yılmaz)
43- Daver Baba Tekkesi: Kartal, Başıbüyük semtindedir. Orhan Gazi zamanında ahilerin kurduğu bu tekke, sonradan Bektaşi tekkesine dönmüş, 1826’dan sonra ise Nakşibendi tekkesi olmuştur.
44- Akbaba Dergâhı: Beykoz – Akbaba Köyü’ndedir. Akbaba lakaplı Şeyh Mehmed Efendi, İstanbul’un fethine katılanlardandır.
45 .-Öküz Limanı (veya Paşa Limanı) dergâhı. Dergâh, Kuzguncuk yolu üzerinde (Paşa Limanı Cad.) Hüseyin Avni Paşa çeşmesinin (1291 – 1874) üst tarafında yer alırdı. (Piyale Paşa Sahil Sarayı). (İ. Hakkı Konyalı, Üsküdar Tarihi, 1977. 2/526)
46 .- Yarımca Baba Dergahından ilkin Evliya Çelebi Seyahatnamesinde söz edilmektedir:
47 Üsküdar – Tahir Baba Bektaşi Dergâhı: «Bu tekke,Kısıklı’da Sultan Üçüncü Selim’in annesi Mihrişah Sultanın Sarayının yanındaki tophaneli oğlu çeşmesinin karşısında idi». (İ. Hakkı Konyalı, Üsküdar Tarihi, Cilt 2/114 – 548)
48 İvaz Fakih Dergâhı: Dergâh, Büyük Çamlıca Tepesinde yer alan İvaz Fakih Türbesinin yanında yapılmıştır.
49 Nur(i) Baba Dergâhı: Üsküdar, Bu tekke, Kısıklı’da Kısıklı caddesi Nur Baba sokağında bulunmaktaydı. Tekkesi ve Mescidi bugün yıkılmıştır.
50 Rumeli Hisarı Şehitlik veya Nafi Baba tekkesi: Hadikatu’l Cevamî’de bu tekkeden şöyle bahsedilir: (Hadika, 2/126) Dergâh, 1199 / 1784 tarihli tekkelere ilişkin mecmuada da yer almakta Rumeli Hisarı, Zincirlikuyu – Bebek Caddesi, Nafi Baba Sokağı, 39. Ada 1,2,16,17 parselde yer alan dergâh, daha sonra tekrar canlandırılıyor. (Üss-ü Zafer, Shf.111-112; Bektaşi Sırrı, 2/65, Birge, 77.)
51 Durmuş Dede Dergâhı: Bebek ile Rumeli Hisarı arasında Kayalar Mescidi’nin Rumeli Hisarı tarafında yer alan bu dergâhtan eser kalmamıştır.
52 Istranca Dergâhı: Ya da Ağlamış Baba tekkesi, Belgrad ormanları yolu üzerinde, Ekrem Işın’a göre beyaz badanalı Ağlamış Baba Türbesi hala mevcut. Cem Dergisi, 62; Ocak, 1997., Enver Bennan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, 1964, 324)
53 Kara Mustafa Paşa Tekke ve Mescidi: Sa-dabad civarı. Sadrazam Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılan tekke ve mescid, yeniçerilerin 71. Ortasına şart olarak (şart-ı vakıf) verilmiştir. (Bkz. Hadika, 1/301, Mirat-ı İstanbul,574). Bu tekke – mescitle ilgili başkaca bir bilgiye rastlanılmamıştır.
54 Sütlüce, Münir Baba veya Bademli Bektaşi Tekkesi: Bu tekke ilkin Şeyhülislam Damadzâde Feyzullah Efendi tarafından inşa ettirilmiştir (Bkz. Devhatu’l Meşayih, shf.99).
55 Emin Baba veya Valide Sultan Tekkesi: Edirnekapı Sur dışı, Fethi Çelebi Mahallesi 113 ada, 3. Parsel, Abdülazizin annesi Pertevniyal Valide Sultan Vakfına bağlı. (A. Rıfkı, Bektaşi Sırrı, c.2, shf. 125).
56 Topkapı, Şeyh (Büyük) Abdullah Efendi Tekkesi: Topkapı Sur dışı, Maltepe Mahallesi, Fazlı Paşa Caddesi, El-Hacc Abdullah Efendi vakfına Bağlı Bektaşi dergâhı 1338/1920 tarihli vakfiyesine göre “iki bab dükkân, on oda, iki sofa ve bir matbahı meştemil bir babane” den ibaretmiş. Bugün yerinde General Elektrik (ampul) fabrikası vardır. Dergâh müştemilatından eser kalmamıştır.
57 Kazlı çeşme Eryek Baba Tekkesi: Yedikule karşısında, Kazlıçeşme Zakirbaşı sokakta, Perişan Baba dergâhı olarak ta bilinir.
58 Ciğerci Baba Tekkesi: Fatih’te Suriçi Mevlanakapı ile Topkapı arasında Ciğerci Baba Türbesi. Tekkeden günümüze sadece türbesi gelebilmiştir. 1826’da yıktırılmış olduğu ve ondan sonra tekrar ihya edilmeyip, sadece Ciğerci Baba Türbesinin kaldığı sanılmaktadır.
59 Erdi Baba Tekkesi, Fatih: Davutpaşa mahallesi, Hekimoğlu Ali Paşa Caddesi, 1159 ada, 5 parsel ve 1816 ada, 22 parsel dahil. (Vakıflar Dergisi, 13,1981, shf.586).
60 Bandırmalı İnadiye Tekke ve Mescidi: Üsküdar’da İnadiye semtinde, Menzilhane yokuşu başında, bu günkü Zeynep Kâmil Hastanesinin yanında olan bu dergâh, Hadikatu’l Cevamî’ye göre 1145/1732 tarihinde celveti şeyhlerinden Bandırmalı Şeyh Yusuf Nizameddin Celveti nin evi iken Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa tarafından bu ev yeniden büyükçe bir zaviye olarak inşa edilir.
61 Haşimî Osman Saçlı Emir Efendi Dergâhı ve Camii: Dergâh, Kasımpaşa, Kulaksız’dadır. Dergâhtan ilkin 1199/1784 tarihli tekke ve zaviyelerle ilgili mecmuada söz edilir. Mecmuadaki listede, Kasımpaşa civarındaki tekke ve zaviyeler sayılırken, “Kasımpaşa – Kulaksız da Seyyid Haşim Efendi Tekyesi” olarak yer almaktadır (Vakıflar Dergisi, XIII, S. 589).
Bayrami dergâhı olarak kurulan bu tekkeden Hadikatu’l Cevamî’de şööyle söz edilir: «Saçlı Emir Efendi Camii Banisi, Es-Seyyid Osman Haşimî Sivasi’dir

İncelenen vakıflarda vakıf kurucuların, evlatlarının neslinin kesilmesi halinde, tekkelerine post-nişin veya mütevelli atama yetkisinin, genellikle Hacı Bektaş Tekkesi, nadiren Kızıl Deli Sultan Tekkesi veya Tahir Baba Dergâh-ı Şerîfi gibi büyük tekkelerin post-nişinliğine şart kıldıkları dikkati çeker. Örneğin İstanbul’da Abdullah Dedebâba Efendi ibn Hasan Dede Efendi Vakfı’nda “Dergâh-ı mezkûrun meşihat ve tevliyeti husûsunda gerek ben hâl-i hayâtda oldukça ve gerek ba‘de’l-vefâtide/vefatımdan sonra sâir-i Devlet-i Aliyyece gerek meclis-i meşâyih ve gerek Evkâf-ı Hümâyûn ve gerek Şûra-yı Evkâf ve gerek sâir devâir-i Devlet-i Osmâniyyece hiç bir gün müdâhele olunmaya” şeklinde şart koydukları dikkati çeker (VGMA, 609:148/185).
Bu makalede verilen bilgiler makalenin konusuna göre kısa tutulmuştur. Ancak ulaşılacak kaynaklar belirtilmiştir. En Önemli kaynak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün arşiv kayıtlarıdır. Yukarıdaki paragraflarda hem Vakıflar Kanunu’nun 30. Maddesi, hem de Yüksek Mahkeme Kararları Mukataalı Vakıflar olan Bektaşi Vakıf mallarının talep edilebileceği belirtilmiştir.
Yazıda çoğunlukla Alevi-Bektaşi Tekke ve Vakıfları’nın İstanbul ve civarında bulunduğu gösterilmiştir. Oysa Anadolu’da da çok sayıda Alevi -Bektaşi Tekke ve Vakıfları mevcuttur. İlgilenen, ALEVİ- BEKTAŞİ vakıflarının, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden talepte bulunmaları gerekmektedir.
Yararlanılan araştırmalar:
  1. VAKFİYELER IŞIĞINDA HACI BEKTAŞ VELİ TEKKESİ VE BAZI BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİYLE İLİŞKİLERİ* Nilgün ÇEVRİMLİ
  2. Bektaşilik ve İstanbul’daki Bektaşi Tekkeleri Üzerine Bir İnceleme. Gülay
  3. Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivi.
  4. Bektaşı Net web Sitesi...
  5. (Bektaşilik ve İstanbul’daki Bektaşi Tekkeleri Üzerine Bir İnceleme Gülay Yılmaz


AYASOFYA İLE İLGİLİ ANAYASA MAHKEMESİ ve DANIŞTAY KARARLARINDA UYGULANAN (veya yürürlükten kalkmış olan) MEVZUAT)
 
  • Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'nin Vakıf Müessesesine Bakışı AİHM, Sözleşme'nin 11. maddesinde sadece “birlik kurma Hakkı’ndan bahsedilmesine rağmen, bu maddeyi “vakıf kurma hakkını” da kapsayacak şekilde geniş yorumlamakta (Sidiropoulos ve diğerleri/Yunanistan, no. 26695/95, 10/07/1998, § 40; Mihr Vakfı/Türkiye, no. 10815/07, 07/05/2019, § 40), vakıf kurma hakkını Sözleşme'nin 9. maddesindeki din ve vicdan hürriyeti ile 10. maddesindeki ifade hürriyetiyle yakın ilişkili olarak görmektedir.
  • Anayasa Mahkemesinin 30/01/1969 tarih ve E:1967/47, K:1969/9 sayılı kararı 
  • Anayasa Mahkemesi Kararı 06.07.2017. Gün 09.2017/30174 sayılı resmi gazete
  • Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun Kariye Camii’ne Dair Kararı; 19.06.2019 gün ve 2018/142, esas 2019/3130 karar
  • Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30/05/2007 tarih ve E:2007/18-293, K:2007/310 sayılı Kararı,
  • Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 26/05/1935 tarih ve E:1935/78, K:1935/6 sayılı Kararı.
  • Danışta 10. Daire 02/07/2020 gün ve 2016 sayılı kararı
  • 2577 sayılı Kanun'un 10. Maddesi
  • 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu.
  • 5737 Sayılı Vakıflar Kanunu 30. Maddesi
  • 4722 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun.
Danıştay 10. Daire AYASOFYA ile ilgili gerekçeli kararında davayı aşağıdaki mevzuat hükümlerine dayandırmıştır; Danıştay 10.Daire kararı 02.07.2020 gün   E. 2016/16015    2020/2595 karar
 
  1. Mülga 864 sayılı Kanunu Medeninin Sureti Meriyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun'un 1. maddesinde,
  2.  4 teşrinievvel 1926 tarihinden evvel vuku bulmuş olan muamelelerin, bu tarihten sonra dahi kurulu vakıflara uygulanacak hükümlere tabi olduğuna da işaret etmektedir.
  3. Benzer şekilde, 864 sayılı Kanun'u yürürlükten kaldıran 03/12/2001 tarih ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 1. maddesinde "Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır.
  4. Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan işlemlerin "Türk Kanunu Medenîsinin yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş bulunan vakıflar hakkında yürürlükte olan özel hükümler saklı kalmaya devam eder. " hükmüne yer verirken eski kurulan vakıfların kendi meri kanunlarına tabi olduklarına işaret etmiştir.
  5. 05/06/1935 tarih ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 10. maddesinde "Tahsis edildikleri maksada göre kullanılmaları kanuna veya amme intizamına uygun olmayan ve yahut işe yaramaz bir hale gelen hayrat vakıflar, idare meclisinin teklifi ve Bakanlar Heyetinin kararı ile mümkün mertebe gayece ayni olan diğer hayrata tahsis edilebileceği gibi bu kabil hayrat ayın veya para ile değiştirilerek elde edilecek ayın veya para dahi ayni suretle diğer hayrata tahsis olunabilir.
  6. Mimarî veya tarihî değeri olan eserler satılamaz." hükmü yer almaktadır.
  7. Hâlen yürürlükte bulunan 20/02/2008 tarih ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 15.maddesinde "Vakıfların hayrat taşınmazları haczedilemez, rehnedilemez, bu taşınmazlarda mülkiyet ve irtifak hakkı için kazandırıcı zamanaşımı işlemez.