Şam 'da Yezit'in sarayında Hz. ZEYNEP ve İmam ZEYNEL ABİDİN 'in konuşmaları


DEĞERLİ DOSTLAR,
KERBELÂ katliamından sonra esir alınan EHL-İ BEYT kadınları, çocuklar ve İmam Zeynel ABİDİN önce KÛFE ’ye götürülürler. Mızraklara dizilmiş kesik başlar ve zincirlenmiş kadın ve çocuklar sokaklarda gezdirilir. Kafile daha sonra ŞAM ‘a gönderilir. Katliamın yapıldığı 10 Muharrem’den 19 gün geçtikten sonra ŞAM’a varılır. SAFTER ayı 1. Gününde YEZİT’in sarayında 300 kişinin katıldığı bir büyük toplantı yapılır, o toplantıya EHL-İ BEYT esirleri de katılırlar. İmam HÜSEYİN ’in başı bir tepsi içinde YEZİT’in önüne konmuştur. YEZİT elindeki bir asa ile İMAM HÜSEYİN ‘in yüzüne dokunmaktadır. İşte o anda EHL-İ BEYT’in kahraman kadını Hz. ZEYNEP konuşmaya başlar. Sözünü bitirene kadar kimse kesemez. Bu konuşmada SEYYIDE ZEYNEP çekilen acıyı, zulmü ve işkenceyi tarihi bir konuşma ile dile getirir. Bu konuşma İslam tarihinin en önemli konuşmalarından birisi olarak tarihe geçer. Ardından İMAM ZEYNEL ABİDİN çok etkileyici bir konuşma yapar. Bu çok acı ve çok etkileyici konuşma 1382 Hicrî yıl önce bugün Hicrî 61 yılında yapılmıştır.

Her iki konuşmanın tam metinlerini bu sayfada bulacaksınız.

Hz. Zeyneb’in Yezit’in Sarayındaki Konuşması
“Ey Yezit ! Bizi aç ve sefil bıraktığına, bizim varlığımızı tehlikeye soktuğuna mı inanıyorsun gerçekten? Bağlanmış ve zincire vurulmuş halimizle huzurunda bizi el pençe divan durdurmakla bizi zavallı tutsaklar durumuna düşürdüğüne ya da bu yolla bizim üstümüzde egemenlik kurduğuna mı inanıyorsun? Allah katında bizim itibarımızı yitirdiğimizi, gözden düştüğümüzü, buna karşılık sizin de yüceldiğinizi, şereflendirildiğinizi mi düşünüyorsun? Sizin dış görünüşteki başarınızın yüce şerefinizden ya da üstün konumunuzdan ileri geldiğini mi sanıyorsun? Kibirli ve basiretsiz kılığına bakmadan buna mı dikmişsin gözünü? Dünya âlemi elde ettiğine, bütün cihan üstünde nüfuz sahibi olduğuna mı inanmaya başladın yoksa? Dalavere işlerinizin düzlüğe çıktığını ve kendini ülkenin efendisi, devletin de yöneticisi olduğunu mu sanıyorsun? Bekle, bekle… Cahilin cühelanın aklını çeliyorsun. Allah’ın; “inkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz sürenin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye süre veriyoruz. Onlar için küçültücü bir azap vardır. “ diyen buyruğunu nasıl da unutursun? Ey Âzâd edilmiş kölelerin zürriyetinden olan! … Sizin kadınlarınız perdelerin arkasında saklanacak da, Resûlullah’ın kızları, hep tutsak edilecek ve pazar pazar, kapı kapı dolaştırılıp halka teşhir edilecek öyle mi? Bu mu sizin adaletiniz? … Senin kaprislerin yüzünden kent kent dolaştırıldık. Dağlarda yaşayanlarıyla, yol kıyılarında, pınar başlarında çadır açanlarıyla, varlıklısıyla, yoksuluyla, şereflisiyle, şerefsiziyle, yaşlısıyla genciyle herkes, bin bir çeşit insan, uzak demeden, yakın demeden bizi seyretti. Eli iş tutan bir erkeğimiz yok ki yardıma gelsin, bir yakınımız yok ki imdada yetişsin. Yezid! … Bu yaptıklarında Allah’a karşı kibirlilik davası güttüğünü en kesin biçimde kanıtladın. Onun peygamberini tanımamak, Kutsal Kitab’ın ilkelerini ve Allah’ın Resul’üne indirdiği öğretiyi reddetmek… Ama bunlar ne diye garip karşılanacakmış ve ne diye şaşırtacakmış? Kutlu bir soydan gelen ve Resûlullah’ın mübarek kurultayında terbiye gören ilk İslâm şehitlerinin ciğerlerini dişleriyle yiyenlerin soyundan gelen birisi değil misin sen? Senin ataların değil midir ordular hazırlayıp da bizzat Resûlullah’ın kendisine kılıç çekenler? Böylesi adamların torunlarının zulümde, hilede, ihanette, fitneye ve fesada yol açmakta, Allah’a ve O’nun Resûlü’ne karşı girişilen her hareketin başını çekme konusunda Araplar içerisinde şöhret bulmaları oldukça doğaldır. Şunu bil ki senin bu âdi, bu iğrenç, bu pis hareketlerin, sizin ruhunuza işlemiş olan inançsızlığınızın tâ Bedir Savaşı’ndan beridir kalbinizde alev alev yanan intikam hırsının dışa vurmasından başka bir şey değildir. Bize karşı kin, garez ve intikam beslersin, Resûlullah’ın Ehl-i Beyt’ine karşı olan düşmanlığını açıkça ilan etmekten de çekinmezsin. Sen Resulullah’ı hiçe sayarsın ve damlara çıkıp göğsünü gere gere, övünerek haykırırsın, dersin ki, “Bana Yezid derler, Resûlullah’ın oğlunun katili ve kasabı benim. Aile bireylerini tutsak eden benim.” Sen yaparsın bunu; sence bunun kötü bir yanı yoktur asla… Senin bu şeytanî başarını ataların görebilseydiler, atılırlardı hemen ve; “Aferin sana Yezid. Bileğine kuvvet, intikamımızı iyi aldın.” diyerek sana cesaret verirlerdi. Yezid! Şu meclisin huzurunda zevkten dört köşe olarak ve ağzın kulaklarına değerek, elinde asayla Ebu Abdullah el-Hüseyiri’in dişlerine vuruyorsun. O dişlerin, o dudakların Resülullah’ın öpüp sevdiği dişler ve dudaklar olduğunu biliyor musun bari? Yemin ederim ki, güzellikte Gençliğin Efendisi’ni, Resülullah’ın ve Ali’nin oğlunu, Abdulmuttalib sülalesinin nur saçan tek ışığını söndürmekle bizi derin bir hüzne boğdun. Yezid! Otur da kendini dinle bir an. Son derece menfur ve dehşet verici olan şu işlerini şöyle bir gözlerinin önünden geçirmen bile kollarının bileklerinden kesilmesini candan istemene yada anandan doğduğuna pişman olmana yetecektir, çünkü düşünürsen bir an, Allah’ın sana karşı gazaplandığını ve Resülullah’ın sana düşman kesildiğini kavrarsın. Ey yüce Allah’ım!… Hakkımızı bize geri ver. Bize zulmedenlerden intikamımızı al ve kanımıza girenlerin, yeminlerini bozanların, bütün erkeklerimizi kılıçtan geçirenlerin ve masumiyetimizi kirletenlerin başlarına gazap yağdır. Ey Yezid! Sen ancak sizin o sulanmış kuş beyinlerinizin düşünebileceği bir şey işledin. Ama unutma ki, bu suçu işlemekle kendi derinizi dilmiş, kendi etinizi parça parça etmiş oldun. Gerçekten çok kısa bir zaman sonra bu büyük günahınla birlikte, varisinin kanları henüz ellerinden silinmemiş olarak Resülullah’ın huzurunda bulacaksın kendini. Onların şereflerine ve manevî makamlarına karşı işlediğin suçlar da cabası. Bütün Peygamber sülalesinin bir araya toplanacağı ve onların düşmanlarına hüküm biçileceği bir zamandır bu zaman. Yezid! Bu vahşi azgınlığın günahı üstüne, bu katliam üstüne cümbüş yapma. Canlarını hak yolda sebil edenlerin, Allah’ın şanı uğrunda kurban olanların öldüğünü sanmayasın sakın. Hayır, onlar diridirler. Allah’tan gıdalarını almaktadırlar. Onlar, yaratıcıları tarafından kendilerine bağışlanan yüce şehadetin kutsallığıyla mest olmuşlardır. Senin defterini dürmek için yalnızca Allah yeterlidir; davacın da Resülullah olacaktır; ve sana karşı bizim yardımcımız, koruyucumuz da Cebrail olacaktır. Seni devlete başkan yapanlar ve Müslümanların sırtına zorba saltanatını yükletenler çok geçmeden görecekler başlarına nelerin geldiğini… Katliamın meyvesi ancak nefrettir ve her taşkınlığın ardında bir acı yatar, içinizden hanginiz fark edebilirsiniz, kimin azıttığını, kimin sapıttığını? Ey Yezid! … Konuşmam sırasında bütün kötülüklerini sayıp döktüm, gelecekte seni nelerin beklediğini tüm berraklığıyla ortaya sererek yaptıklarına lanet okudum. Müslümanları facialarla bunaltıp onların gönlünde onulmaz yaralar açtığından dolayı bir anlık pişmanlık duyacağını ummak boşunadır. Bunu düşünmek bir hayalden ibarettir; çünkü sen kalpleri katılaşmış; tipleri bozulmuş olanların ve varlıkları hem Allah’ın hem de Resulünün gözünde hiç bir değer taşımayanların takımındansın. Senin gibilerin kalbine şeytan yuva yapmıştır da murdar yumurtalarını hep oraya yığıp durmaktadır. Gerçekten de senin karakterin Şeytanın en çirkin eserlerindendir. Resullerin torunlarının ve Resullerin varislerinin ve ihlâslı insanların, alçak kölelerin ve hainlerin dahası münkirlerin torunları tarafından kılıçtan geçirildiğini gördükçe, bunların ellerinin onların kanıyla boyandığını gördükçe, doğrusu insanın küçük dilini yutası geliyor. Onların kutsal ve pak bedenlerinin oklarla delik deşik edilişlerini, ateş gibi kumların üzerine seriliverişlerini, linç edilmiş halleriyle oracıkta kabirsiz ve gömülmemiş olarak terk edilişlerini düşünmek ne kadar zor geliyor insana… Yezid! Bu aşikâr kepazelikleri hala savunacak kadar körsün. Unutma ki, Duruşma Günü’nde bu kepazeliklerin cezasını mutlaka çekeceksin. Allah, kullarına asla zulmetmez, biz ancak O’na dayanmaktayız. O’na inanmaktayız. Bizi korumaya Allah tek başına yetecektir; tek sığınağımız O’dur bizim, bütün umudumuz da O’dur. Gerçek çehreni saklamak istediğin için, dileğini kadar hileye başvur. Kitabını bize indiren Allah üzerine yemin ederim ki, siz bizim sahip olduğumuz şeref ve mertebeye asla ulaşamayacaksınız. Ne bize bırakılan mirası ortadan kaldırmaya ve bizim ışığımızı söndürmeye gücün yetecek, ne de bize karşı giriştiğin iğrenç ve alçakça hareketlerinle kendi hesabınıza kaydettiğiniz rezaletleri silip yok etmeye gücün yetecektir.” ******* Konuşmasının burasında susar Zeyneb… Meclistekiler de, Yezid ve çevresinde bulunanlar da sessiz kalırlar. Meclis’te oturanlardan biri, yaşlı bir adam, Yezid’in hala, elindeki değnekle Hz. Hüseyin’in kanlı başına ve dişlerine vurmakta olduğunu görünce bağırdı: “Yezid, Allah’tan kork, senin bu ağaçla vurduğun yeri ben defalarca Hz. Peygamberin koklayıp öptüğünü gördüm. Öteki Dünyada O’nun şefaatçisi Hz. Peygamber olacak. Senin ki de İbn-i Ziyad olacak, bunu bil.”

HZ. ZEYNEP’ İN BU OLAĞANÜSTÜ KONUŞMASINDAN SONRA İMAM ZEYNEL ABİDİN SÖZÜ ALIR: “Ey insanlar, bize altı şey verildi ve yedi şeyle başkalarına üstün kılındık. İlim, hilim, cömertlik, fesahat, yiğitlik verildi ve müminlerin gönüllerine sevgimiz ihsan edildi. Bizleri (Ehlibeyti) başkalarına şu sebeple üstün kıldı: seçilmiş Peygamber Muhammed bizdendir; onu ilk gerçekleyen, imanını ilk izhar eden Sıddık (Ali), Cafer Tayyâr, Allah’ın ve Resûl’ünün Arslan’ı Hamza ve bu ümmetin, iki torunu (Resûlullah’ın iki torunu soyunu sürdüren iki hayırlı ümmet mesabesinde olan oğulları) ve Deccal’ı öldürecek Mehdi bizdendir. Beni tanıyan tanır; tanımayana da atalarım ve ailemin kimler olduğunu haber vereyim: Ey insanlar! Ben Mekke ve Mina’nın, Zemzem ve Sefa’nın Oğluyum. Ben, abasının eteğinde Hacer’ül-Esved’i taşıyarak yerine yerleştirenin oğluyum. Ben, tavaf ve sayı herkesten daha üstün edenin oğluyum. Ben, haccı en üstün eda edenin ve telbiye diyenin oğluyum. Ben, burâka binip göğe çıkanın oğluyum. Ben, geceleyin Mescid-i-Harâm’dan Mescid-i Aksa’ya varan peygamberin oğluyum. Ben, Cebrâil’le Sidretü’l-Müntehâ’ya varan zâtın oğluyum. Ben, hakkında, «Yaklaştı, yakınlaştı; iki yay kadar kaldı, yâhut daha da yakın» denen zâtın oğluyum. Ben, Allah Teala’ya en çok yakınlaşanın oğluyum. Ben, gökte meleklerle birlikte namaz kılanın oğluyum. Ben, Allah’ın dilediği, kendisine vahyedilenin oğluyum. Ben, Muhammed Mustafa ve Aliyyü’l Mürteza’nın oğluyum. Ben, Allah’tan başka ilah yoktur deyinceye ve kelime-i tevhidi ikrar ettirinceye kadar savaşanın oğluyum. Ben, Resûlullah’ın huzûrunda iki kılıçla savaşanın, düşmana iki mızrakla vuranın, iki kere hicret edenin, iki kere biat edenin, Bedir’de, Huneyn’de kafirlerle vuruşanın, göz ucuyla bakıncaya kadar bile Allah’a şirk koşmayanın oğluyum. Ben, Müminlerin Sâlihi, Peygamberlerin vârisi olanın, müşrikleri ortadan kaldıranın, dine bidat katanların köklerini kazıyanın, Müslümanların emirinin, savaşların nurunun, ibadet edenlerin ziynetinin, ağlayanlara baş tacı olanın oğluyum. Ben, sabırlıların en sabırlısının, Peygamberin Ehlibeytinin en üstün namaz kılanının oğluyum. Âlemlerin Rabbinin Resûlü Yâsîn’in (Muhammed’in) soyundan olan, gecelerini ibadetle geçirenlerin en üstünü bulunanın, Ben, Cebrail’le güçlendirilen, Mikail’le yardım görenin oğluyum. Ben, Müslümanların haremini koruyanın; Nakisin (Ahdini bozanların başlattığı Cemel savaşı), Kasıtin (Muaviye ve yandaşlarının başlattığı Sıffin savaşı) ve Marikin (Haricîlerin başlattığı Nehrevan Savaşı) ile savaşıp onları öldürenin ve hizipleri (Hendek savaşında İslam ve Müslümanları yok etmek amacıyla bir araya toplanan müşrikleri) dağıtan kimsenin oğluyum. Ben, Kureyş’in en üstününün oğluyum. Ben, Allah ve Peygamberinin davetini kabul eden Müminlerden ilkinin oğluyum. Ben, imanda herkesten öne geçenin, saldırganların belini kıranın ve müşrikleri ortadan kaldıranın oğluyum. Ben, Allah’ın münafıklar için karar kıldığı oklarından bir ok mesabesindeki kişinin, Allah kullarının hikmet dilinin, Allah’ın dinine yardım edenin, Onun emrinin velisinin, Allah’ın hikmet bostanının ve ilahi ilmi taşıyanın oğluyum. O, delikanlı, civanmert, cömert, güzel yüzlü, hayırların tamamı, efendi, büyük, yüce, Allah’ın isteklerine razı, sorunlarda önder, sabırlı, daima oruçlu, her türlü kirlilikten pak ve çok namaz kılandır. O, düşmanların neslinin kökünü kazımış, küfür topluluklarının omurgasını kırmıştır. O, sabit ve güçlü bir kalbe, sağlam ve dayanıklı bir iradeye ve yıkılmaz bir azme sahiptir. Mızraklar savaşta birbirlerine çarpıp karıştığında onları bir değirmen gibi ufalayıp un ufak eden ve rüzgâra savurduğu cesur bir aslan gibidir. O, Hicaz’ın aslanı, Irak’ın efendisi ve büyüğüdür. Mekki, Medeni, Hifi, Ukabi, Bedri, Uhud, Şeceri ve muhaciridir ki tüm bu sahnelerde yer almıştır. (bu bölgelerde yaşanan tüm savaşlara katılmıştır) O, Arap’ın efendisi, savaş meydanının aslanıdır; iki meş’arın varisi ve iki oğlun Hasan ve Hüseyin’in babasıdır. Evet o, (ki tüm bu sıfat ve özellikler yalnızca ona özgüdür) dedem Ali bin Ebu Talip’tir.” “Ben, dünya kadınlarının efendisi Fatımatu’z-Zehra’nın oğluyum. Ben, Kerbela şehidi Hüseyin’in oğluyum. Ben yüceler yücesi Rabbimin vahiy gönderdiği kimsenin oğluyum. Ben Kerbela'da katledilen Hüseyin'in oğluyum. Ben, Ali Murtaza’nın, Muhammed Mustafa’nın, Fatıma Zehra’nın, Hatice Kübra’nın, Sadru’ l-Münteha’nın ve Tuba ağacının oğluyum. Ben Hüseyin bin Ali bin Ebu Talib'im! Ben malı yağmalanmış, ailesi esir alınıp buraya getirilmiş adamın oğluyum. Ben Fırat'ın kenarında şehit edilen, kimsenin kanını dökmeyen, boynunda kimsenin hakkı bulunmayan o büyük insanın oğluyum. Ben, kana bulanmış kişinin oğluyum. Ben kanını son damlasına kadar Rabbi uğruna verip al kanlara boyanan o eşsiz yiğidin oğluyum. Ben, mateminde meleklerin ağladığı kişinin oğluyum. Ben, kuşların mateminde hıçkırarak ağladığı kişinin oğluyum.” İmam Zeynel Abidin konuşurken orada bulunanların heyeanlandığını bazılarının ağladığını görünce müezzinden ezan okumasını istemiştir. Bu şekilde İmam Zeynel Abidin’in sözünü bastırabileceğini ve susturacağını düşünür. Müezzin ezan okumaya başlayıp “Allah-u Ekber” dediğinde İmam Seccad da onaylar. “Eşhedü enne ilahe illallah” dediğinde İmam da onaylar. Ama “Eşhedü enna Muhammeden Resulullah” dediğinde, İmam Yezid’e dönerek şöyle konuşur:”EY YEZİD; Bu ezanda adı anılan Muhammed senin mi deden, yoksa benim mi dedem? Eğer deden olduğunu iddia edersen yalan söyler ve kafir olursun ve eğer benim dedemse neden onun ailesini öldürdün ve hepsini kılıçtan geçirdin?!”

28.08.2022