ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA
(Yürürlüğü Durdurma İstemlidir)
DAVACI (İptal İsteminde Bulunan) .... |
: |
1. Engin ALTAY İstanbul 2. Özgür ÖZEL Manisa 3. Engin ÖZKOÇ Sakarya
4. Ayhan BARUT Adana 5. Burhanettin BULUT Adana 6. Orhan SÜMER Adana 7. Müzeyyen ŞEVKİN Adana 8. Abdurrahman TUTDERE Adıyaman 9. Burcu KÖKSAL Afyonkarahisar 10. Mustafa TUNCER Amasya 11. Tekin BİNGÖL Ankara 12. Murat EMİR Ankara 13. Levent GÖK Ankara 14. Ali Haydar HAKVERDİ Ankara 15. Yıldırım KAYA Ankara 16. Haluk KOÇ Ankara 17. Bülent KUŞOĞLU Ankara 18. Gamze TAŞCIER Ankara 19. Servet ÜNSAL Ankara 20. Nihat YEŞİL Ankara 21. Cavit ARI Antalya 22. Çetin Osman BUDAK Antalya 23. Aydın ÖZER Antalya 24. Rafet ZEYBEK Antalya 25. Uğur BAYRAKTUTAN Artvin 26. Süleyman BÜLBÜL Aydın 27. Bülent TEZCAN Aydın 28. Hüseyin YILDIZ Aydın 29. Ahmet AKIN Balıkesir 30. Ensar AYTEKİN Balıkesir 31. Fikret ŞAHİN Balıkesir 32. Aysu BANKOĞLU Bartın 33. Yaşar TÜZÜN Bilecik 34. Mehmet GÖKER Burdur 35. Nurhayat ALTACA KAYIŞOĞLU Bursa 36. Erkan AYDIN Bursa 37. Lale KARABIYIK Bursa 38. Yüksel ÖZKAN Bursa 39. Orhan SARIBAL Bursa 40. Özgür CEYLAN Çanakkale 41. Muharrem ERKEK Çanakkale 42. Tufan KÖSE Çorum 43. Gülizar BİÇER KARACA Denizli 44. Okan GAYTANCIOĞLU Edirne 45. Gürsel EROL Elazığ 46. Utku ÇAKIRÖZER Eskişehir 47. Jale Nur SÜLLÜ Eskişehir 48. İrfan KAPLAN Gaziantep 49. Bayram YILMAZKAYA Gaziantep 50. Necati TIĞLI Giresun 51. Mehmet GÜZELMANSUR Hatay 52. Suzan ŞAHİN Hatay 53. İsmet TOKDEMİR Hatay 54. Serkan TOPAL Hatay 55. Fethi AÇIKEL İstanbul 56. Onursal ADIGÜZEL İstanbul 57. Gamze AKKUŞ İLGEZDİ İstanbul 58. Turan AYDOĞAN İstanbul 59. Mehmet BEKAROĞLU İstanbul 60. Kadri Enis BERBEROĞLU İstanbul 61. Ahmet Ünal ÇEVİKÖZ İstanbul 62. Emine Gülizar EMECAN İstanbul 63. Yunus EMRE İstanbul 64. Zeynel EMRE İstanbul 65. M. Akif HAMZAÇEBİ İstanbul 66. Nazır Cihangir İSLAM İstanbul 67. İbrahim Özden KABOĞLU İstanbul 68. Özgür KARABAT İstanbul 69. İlhan KESİCİ İstanbul 70. Yüksel Mansur KILINÇ İstanbul 71. Sibel ÖZDEMİR İstanbul 72. Oğuz Kaan SALICI İstanbul 73. Ali ŞEKER İstanbul 74. Mahmut TANAL İstanbul 75. Mustafa Sezgin TANRIKULU İstanbul 76. Gürsel TEKİN İstanbul 77. Erdoğan TOPRAK İstanbul 78. Gökan ZEYBEK İstanbul 79. Ednan ARSLAN İzmir 80. Murat BAKAN İzmir 81. Tacettin BAYIR İzmir 82. Kani BEKO İzmir 83. Sevda ERDAN KILIÇ İzmir 84. Ahmet Tuncay ÖZKAN İzmir 85. Mahir POLAT İzmir 86. Özcan PURÇU İzmir 87. Selin SAYEK BÖKE İzmir 88. Atila SERTEL İzmir 89. Bedri SERTER İzmir 90. Kamil Okyay SINDIR İzmir 91. Ali ÖZTUNÇ K. Maraş 92. İsmail Atakan ÜNVER Karaman 93. Hasan BALTACI Kastamonu 94. Çetin ARIK Kayseri 95. Ahmet ÖNAL Kırıkkale 96. Vecdi GÜNDOĞDU Kırklareli 97. Türabi KAYAN Kırklareli 98. Metin İLHAN Kırşehir 99. Haydar AKAR Kocaeli 100. Tahsin TARHAN Kocaeli 101. Abdüllatif ŞENER Konya 102. Ali Fazıl KASAP Kütahya 103. Veli AĞBABA Malatya 104. Ahmet Vehbi BAKIRLIOĞLU Manisa 105. Bekir BAŞEVİRGEN Manisa 106. Alpay ANTMEN Mersin 107. Ali Mahir BAŞARIR Mersin 108. Cengiz GÖKÇEL Mersin 109. Mürsel ALBAN Muğla 110. Burak ERBAY Muğla 111. Süleyman GİRGİN Muğla 112. Suat ÖZCAN Muğla 113. Faruk SARIASLAN Nevşehir 114. Ömer Fethi GÜRER Niğde 115. Mustafa ADIGÜZEL Ordu 116. Seyit TORUN Ordu 117. Baha ÜNLÜ Osmaniye 118. Neslihan HANCIOĞLU Samsun 119. Kemal ZEYBEK Samsun 120. Barış KARADENİZ Sinop 121. Ulaş KARASU Sivas 122. Aziz AYDINLIK Şanlıurfa 123. İlhami Özcan AYGUN Tekirdağ 124. Faik ÖZTRAK Tekirdağ 125. Candan YÜCEER Tekirdağ 126. Kadim DURMAZ Tokat 127. Ahmet KAYA Trabzon 128. Polat ŞAROĞLU Tunceli 129. Özkan YALIM Uşak 130. Ali KEVEN Yozgat 131. Ünal DEMİRTAŞ Zonguldak 132. Deniz YAVUZYILMAZ Zonguldak
|
|
|
TEBLİGAT YAPILACAK DAVACILAR |
: |
Engin ALTAY, İstanbul Milletvekili, TBMM, Ankara.
Özgür ÖZEL, Manisa Milletvekili, TBMM, Ankara. Engin ÖZKOÇ, Sakarya Milletvekili, TBMM, Ankara.
|
||
İPTALİ İSTENEN KANUN ............... |
: |
26.11.2022 tarihli ve 32025 Sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan 16.11.2022 tarihli ve 7421 sayılı “Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” |
||
DAVA KONUSU ............................. |
: |
16.11.2022 tarihli ve 7421 sayılı Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un; 1-) 8. maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen ek madde 10’un, 2-) 14. maddesiyle 10.07.2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (bb) bendi ile üçüncü fıkrasına eklenen (g) bendinin, 3-) 15. maddesiyle 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 6. maddesine eklenen ikinci fıkranın, 4-) 16. maddesiyle 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine eklenen “; cemevlerinin yapım, bakım ve onarımını yapabilir” ibaresinin, 5-) 17. maddesiyle 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesinin altıncı fıkrasının ikinci cümlesine eklenen “ve cemevlerine” ibaresinin, 6-) 22. maddesiyle 14.03.2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’na eklenen ek madde 6’nın, Anayasa’ya aykırı olması nedeniyle iptaline ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi istemi.
|
||
- İPTALİ İSTENEN HÜKÜM
16.11.2022 tarihli ve 7421 sayılı Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un iptali istenen hükümleri aşağıdadır:
(İptali istenen madde, hüküm ve ibareler koyu ve italik gösterilmiştir).
- 7421 sayılı Kanun’un maddesiyle 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen ek madde 10
“MADDE 8- 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
“EK MADDE 10- İmar planlarının tanziminde, planlanan beldenin ve bölgenin şartları ile müstakbel ihtiyaçları göz önünde tutularak lüzumlu cemevi yerleri ayrılır.
İl ve ilçelerde mülkî idare amirinin izni alınmak ve imar mevzuatına uygun olmak şartıyla cemevleri yapılabilir.
Cemevi yeri, imar mevzuatına aykırı olarak başka maksatlara tahsis edilemez.””
- 7421 sayılı Kanun’un maddesiyle 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (bb) bendi ile üçüncü fıkrasına eklenen (g) bendi
“MADDE 14- 10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 7 nci maddesinin birinci fıkrasına (aa) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki bent ve üçüncü fıkrasına (f) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki bent eklenmiştir.
“bb) Gerektiğinde cemevleri için bina ve tesisler yapmak, bu bina ve tesislerin her türlü bakımını, onarımını yapmak ve gerekli malzeme desteğini sağlamak.”
“g) Cemevlerinin yapım, bakım ve onarımını yapmak.””
- 7421 sayılı Kanun’un maddesiyle 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 6. maddesine eklenen ikinci fıkra
“MADDE 15- 22/2/2005 tarihli ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“İl özel idaresi; il sınırları içinde mabetler, kültür ve tabiat varlıkları, tarihî doku ve kent tarihi bakımından önem taşıyan mekânlar ile cemevlerinin yapım, bakım ve onarımını yapabilir.””
- 7421 sayılı Kanun’un maddesiyle 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine eklenen “; cemevlerinin yapım, bakım ve onarımını yapabilir” ibaresi
“MADDE 16- 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine “inşa edebilir” ibaresinden sonra gelmek üzere “; cemevlerinin yapım, bakım ve onarımını yapabilir” ibaresi eklenmiştir.”
- 7421 sayılı Kanun’un maddesiyle 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesinin altıncı ikinci cümlesine eklenen “ve cemevlerine” ibaresi
“MADDE 17- 5393 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin altıncı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “ve hastanelere” ibaresi “, hastanelere ve cemevlerine” şeklinde değiştirilmiştir.”
- 7421 sayılı Kanun’un maddesiyle 14.03.2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’na eklenen ek madde 6
“MADDE 22- 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
“EK MADDE 6- (1) Cemevlerinin aydınlatma giderleri Kültür ve Turizm Bakanlığının bütçesine konulacak ödenekten karşılanır.””
II- İPTAL İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Aşağıda iptali istenen altı kuralın ortak yanı; bu normlar aracılığıyla, mevzuatta “ibadethane” olarak kabul edilen mekânlar için tanınan avantajların cemevleri için ayrıca tanınmasıdır. Alevi inancı sahiplerine hak tanır bir edada kaleme alınmış söz konusu düzenlemeler; gerçekte, cemevlerinin ibadethane sıfatıyla söz konusu haklara mazhar olamayacağı fikrini içermesi itibariyle, tanımadıkları Alevi inancına yönelik olarak inkârcı bir bakış açısını yansıtmaktadır. Mevzuatta “ibadethane” (ve benzeri) sözcüklerin yer aldığı düzenleme alanlarına ilişkin kanun maddelerine “cami”, “kilise”, “havra” sözcükleri yazılmazken “cemevi” yazılması; cemevinin kanun koyucu tarafından ibadethane sayılmadığının açık kanıtıdır. Bunun anlamı ise; iptali istenen altı kuralın ortak yanının, kanun koyucunun Alevi inancını dini inanç olarak kabul etmiyor olmasıdır. Gerçekten de; 7421 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde ve 8. maddesiyle 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen ek madde 10’a ilişkin madde gerekçesinde “Alevi-Bektaşi kültürü ve erkân hizmetlerinin yürütüldüğü cemevler[i]”nden bahsedilmekte; yine 7421 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (bb) bendi ile üçüncü fıkrasına eklenen (g) bendine ilişkin madde gerekçesinde de; cemevlerine yapım, bakım ve onarımla ilgili sağlanacak imkanların, cemevlerinin ibadethane olma niteliğine değil ama “kültür” tesisleri olma niteliğine istinaden sağlandığı görülmektedir.
Kanun koyucunun bu inkârcı tavrının Anayasa’ya aykırı olduğu noktalar, aşağıda ilk başlığı oluşturan 7421 sayılı Kanun’un 8. maddesine ilişkin Anayasa’ya aykırılık iddiası başlığında ayrıntılı olarak gösterilmiş; hukuki problemin aynı olduğu ve benzer Anayasa’ya aykırılıkları mutatis mutandis içeren müteakip başlıklarda, esas itibariyle konunun tafsilatlı şekilde ele alındığı bu ilk başlığa atıf yapılmıştır.
- 7421 sayılı Kanun’un maddesiyle 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen ek 10. maddenin Anayasa’ya aykırılığı
7421 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen ek 10. madde ile imar planlarının tanziminde, planlanan beldenin ve bölgenin şartları ile müstakbel ihtiyaçları göz önünde tutularak lüzumlu cemevi yerlerinin ayrılması öngörülmüştür. Ayrıca il ve ilçelerde mülkî idare amirinin izni alınmak ve imar mevzuatına uygun olmak şartıyla cemevleri yapılabileceği ve cemevi yerlerinin imar mevzuatına aykırı olarak başka maksatlara tahsis edilemeyeceği kuralına yer verilmiştir.
Oysa aynı İmar Kanunu’nun ek 2. maddesinde neredeyse aynı hüküm “ibadet yer(ler)i” için zaten söz konusudur. Söz konusu ek 2. madde şöyledir:
“Ek Madde 2 – (Ek:31/7/1998-4380/1 md.; Değişik: 15/7/2003-4928/9 md.) İmar planlarının tanziminde, planlanan beldenin ve bölgenin şartları ile müstakbel ihtiyaçları göz önünde tutularak lüzumlu ibadet yerleri ayrılır.
İl, ilçe ve kasabalarda mülkî idare amirinin izni alınmak ve imar mevzuatına uygun olmak şartıyla ibadethane yapılabilir.
İbadet yeri, imar mevzuatına aykırı olarak başka maksatlara tahsis edilemez.”
Dolayısıyla kanunda ibadet yerleri için bir hüküm varken aynı hükmün ayrıca cemevleri için öngörülmesi, Kanun’un cemevini ibadethane olarak görmediği anlamına gelmektedir. Oysa daha önce söz konusu Kanun’da “cami” ibaresi yer alırken, bu ibareler 15.07.2003 tarihli ve 4928 sayılı Kanun ile “ibadet yeri” olarak değiştirilmiştir. Söz konusu değişiklik, Kanun’un bütün ibadet yerlerini kapsaması amacıyla yapılmış olmasına rağmen cemevleri bu kapsamda görülmediği için, yaklaşık 20 yıl sonra tekrar bir değişiklik yapılarak cemevleri için ayrı bir hüküm ihdas edilmiştir.
Bu durum hala cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmediğinin somut göstergesidir.
Bir başka deyişle; Alevi inancına sahip kişiler lehine bir düzenleme getirir gibi yapan iptali istenen kural; Alevi inancının kanun koyucu tarafından tanınmadığı ve yok sayıldığı anlamını taşımaktadır. Gerçekten, sırf “ibadethane” yerine “cemevi” yazmak için iki ayrı yasa maddesi, yasa tekniğine aykırı bir tür “paralel düzenleme” olduğu gibi, cemevlerini Alevi inancının ibadet yeri olduğunu yasa yoluyla yadsıma düzenlemesidir.
Söz konusu kural, aşağıdaki açılardan Anayasa’ya aykırıdır.
- Anayasa’nın 13. ve 24. maddelerine aykırılık
Anayasa’nın 24. maddesinde inanç özgürlüğü güvence altına alınmıştır. 24. maddenin ilk üç fıkrası şöyledir:
“Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.”
Anayasa Mahkemesine göre din ve vicdan özgürlüğü Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarındandır (AYM, Tuğba Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, § 52). Yüksek Mahkeme’ye göre: “Anayasa’nın 24. maddesinin koruduğu hakkın vazgeçilmez olması, din ve vicdan özgürlüğünün, hukukun üstünlüğüne dayanan, etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olması nedeniyledir. Öte yandan din ve vicdan özgürlüğü ancak tanıma, çoğulculuk ve tarafsızlık anlayışı ile temellendirilen bir demokraside korunabilir”. (AYM, Tuğba Arslan, § 53).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına bakıldığında; ne Sözleşme’nin 9. maddesi ne de Mahkeme’nin içtihadı “din” sözcüğünü tanımlamaktadır. Bu durumun bir mantığı vardır; zira böyle bir tanımın dünyadaki dinsel çeşitliliği kapsamaya elverecek ölçüde esnek olması ve somut durumlara uygulanacak kadar açık olması gerekir. Bir yandan, 9. maddenin uygulama alanı geniştir: dini görüş ve inançları olduğu kadar dini olmayanları da korur. Öte yandan, tüm fikirler ve inançlar zorunlu olarak bu uygulama alanına girmez ve 9. maddenin ilk fıkrasında kullanılan “uygulamalar” sözcüğü, bir din ya da inançla gerekçelendirilen ya da bunlarla etkilenen her eylemi kapsamaz (AİHM, Pretty-Birleşik Krallık, 29 Nisan 2002, § 82). AİHM’nin 9. maddeyle ilgili bu geniş yorumu; çoğulcu bir demokraside çoğunluk dini dışındaki din ve inançların da güvencelenmesinin teminatıdır.
Devletlerin dini mezhep kavramını, bir dinin geleneksel olmayan ve azınlık bir biçimini yasal korumadan yoksun kılacak derecede kısıtlı bir şekilde yorumladığı takdirde, Sözleşme’nin 9. maddesinde yer verilen hak oldukça teorik ve yanıltıcı olacaktır (AİHM, Kimlya ve diğerleri-Rusya, 1 Ekim 2009, § 86). Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’ne göre, söz konusu tanımların dinin geleneksel olmayan biçimleri aleyhine yorumlanmaması gerektiğine dikkat çekilmelidir (AİHM, Magyar Keresztény Mennonita Egyház ve diğerleri-Macaristan, 8 Nisan 2014, § 88).
Dolayısıyla bir inancın özerkliğinin ve ibadet yerinin tanınmaması, inanç özgürlüğüne ciddi ve ağır bir müdahale teşkil etmektedir.
Çok istisnai haller dışında; Sözleşme anlamında din özgürlüğü hakkı, devletin dini inançların meşruiyeti veya bunların ifade şekilleri hakkındaki her türlü değerlendirmesini dışlar (AİHM, Hassan ve Tchaouch-Bulgaristan, 26 Ekim 2000, § 76; AİHM, Leyla Şahin-Türkiye, 10 Kasım 2005, § 107). Eğer devletlere bırakılan serbestlik, onlara “ibadet” veya “din” sözcüklerine, bir dinin geleneksel olmayan ve azınlıktaki bir biçimini hukuki korumadan mahrum bırakacak şekilde çok sınırlayıcı bir tanım vermelerini mümkün kılsaydı, Sözleşme’nin 9. maddesindeki hak büyük ölçüde teorik ve göstermelik olurdu. Böyle sınırlayıcı tanımlamalar, din özgürlüğünün icrası üzerinde doğrudan etki doğururlar ve bir ibadetin dini niteliği inkâr edildiğinde, bu hakkın icrasını sınırlayabilirler. Her halükarda, bu tanımlar, dinin geleneksel olmayan biçimlerinin aleyhine yorumlanamazlar (AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye, 26 Nisan 2016, § 114).
Çeşitli din ve inançların uygulanmasında Devlet tarafsız düzenleyici bir rol oynamalıdır, bu rol demokratik bir toplumda kamu düzeni, dini uyum ve hoşgörüye yardımcı olacaktır. Söz konusu görüşlerin belirli bir düzeyde inandırıcılığa, ciddiyete, tutarlığa ve öneme ulaşması halinde Devletin tarafsızlık görevi, dini inançların veya bu inançların ifade edilme biçimlerinin meşruiyetini belirleme konusunda Devletin herhangi bir takdir yetkisine sahip olmasını önlemektedir (Bkz. AİHM, Manoussakis ve diğerleri-Yunanistan, 26 Eylül 1996, § 47; AİHM, Hassan ve Tchaouch-Bulgaristan, § 78; AİHM, Fernández Martínez-İspanya, 12 Haziran 2014, § 129). Mahkeme’nin bu içtihadı süreklidir. Örneğin 2013 tarihli Eweida ve diğerleri kararında da aynı yaklaşımı ortaya koymuştur: Kişisel ya da ortak bir inancın düşünce, vicdan ve din özgürlüğü kapsamında olması için; yeterli derecede kuvvet, ciddiyet, tutarlılık ve önem taşıması gerekir. Bu koşul yerine geldiğinde, devletin yansızlık ve tarafsızlık ödevi, onun, inançların meşruiyeti ya da bunların ifade şekli konularında herhangi bir değerlendirme yapma yetkisiyle bağdaşmaz. (AİHM, Eweida ve diğerleri-Birleşik Krallık, 15 Ocak 2013, § 81). AİHM, salt teolojik konularda görüş bildirmekte, bu alanda tartışmalara girmekte ve verili bir dinin inançlarının, ilkelerinin ve gerekliliklerinin neler olduğunu belirlemekte yetkisizdir (AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye, § 69; AİHM, Kovaļkovs-Letonya (kabul edilemezlik kararı), 31 Ocak 2012, § 60). Bir dinin tarihsel temelleri hususunda ve inananlarının taleplerinin geçerliliği konusunda ilahiyatçılar arasında tartışmaların olması, söz konusu inancın dini niteliğine itiraz etmek için yeterli değildir (AİHM, Association « Romuva » de l’ancienne religion balte-Litvanya, 8 Haziran 2021, §§ 118-119). Bir dini cemaatin içinde inançlarının temel ilkeleri ve devletten talepleri konularında bir iç tartışmanın olması, 9. maddenin uygulanmasını etkilemez (AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye, § 134).
Bir dini topluluğun özerk olarak var olma hakkı, Sözleşme’nin 9. maddesindeki güvencelerin tam merkezinde bulunmaktadır ve topluluğun örgütsel yaşamının Sözleşme’nin 9. maddesi tarafından korunmadığı hallerde, kişinin din özgürlüğünün tüm diğer yönleri zayıflayacaktır (AİHM, Hassan ve Tchaouch-Bulgaristan, § 62; AİHM, Sindicatul “Păstorul cel Bun”, 9 Temmuz 2013, § 136). Bu bağlamda, bir dini topluluğun dini mensubiyetini belirlemek Devletin değil, sadece söz konusu topluluğun en üst düzey ruhani makamlarının görevidir (AİHM, Miroļubovs ve diğerleri-Letonya, 15 Eylül 2009, § 90).
Sözleşme’nin 9. maddesine ilişkin genel ilkeler; kamusal ya da özel alanda din özgürlüğünü icra etme özgürlüğü, dinsel cemaatlerin iç özerkliği ve dini çoğulculuğa saygıdır (AİHM, Miroļubovs ve diğerleri-Letonya, § 81).
Esasen devletin inanç ve doktrinleri tanımayı reddetmek suretiyle onları 9. maddenin korumasından dışlayabileceğini söylemek mümkün değildir (Bkz. bu anlamda: AİHM, Mockutė-Litvanya, 27 Şubat 2018, § 119).
Mahkeme, verili bir dinin ilkelerinin sert çekirdeğinin dışında yer alan ama kuvvetle bu dinden ilham alan, kültürel olarak kökleşmiş geleneksel uygulamaları da 9. madde kapsamında ele almıştır (Bkz. örneğin: Osmanoğlu ve Kocabaş-İsviçre, 10 Ocak 2017, § 42; AİHM, Hamidović-Bosna-Hersek, 5 Aralık 2017, § 30).
- madde, ilke olarak, dini ibadete hasrolunan yer veya yapıların yapılması, açılması ve yönetilmesi hakkını güvenceler. Bu itibarla, dini yapıların işletilmesine ilişkin meseleler, bazı durumlarda, dini toplulukların üyelerinin dini inançlarını açıklama haklarının icrası üzerinde önemli sonuçlar doğurabilir (AİHM, Église de Jésus-Christ des saints des derniers jours-Birleşik Krallık, 4 Mart 2014, § 30; AİHM, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı-Türkiye, 2 Aralık 2014, § 41). Eğer dini bir topluluğun ibadetini yapmak için bir yeri olmazsa, dinini açıklama özgürlüğünün içi boşalmış olur (AİHM, Association de solidarité avec les témoins de Jéhovah et autres-Türkiye, 24 Mayıs 2016, § 90). Bazı durumlarda; ulusal makamlarca dini toplantılara bazı yerlerde izin verilmesi ya da bunların yalnızca fiilen hoş görülmesi, müdahale ihtimalini tamamen ortadan kaldırmak bakımından yeterli olmayabilir (AİHM, Association de solidarité avec les témoins de Jéhovah et autres-Türkiye, § 107).
Dini topluluklar faaliyetlerinde, takipçileri tarafından ulvi kökenli olduğu düşünülen kurallara uymaktadır. Dini ayinler, bu konuda yetkilendirilmiş din görevlileri tarafından söz konusu kurallara uygun şekilde gerçekleştirilmesi halinde inananlar için anlamlı olmakta ve kutsal değere sahip olmaktadır. Din görevlilerinin şahsiyetinin ve ibadethanelerin statüsünün, topluluğun her üyesi için önemli olduğu şüphesizdir. Dolayısıyla topluluğun yaşamına katılım, dinin belirli bir tezahürü olup, bizatihi Sözleşme’nin 9. maddesi tarafından korunmaktadır (AİHM, Hassan ve Tchaouch-Bulgaristan, § 62; AİHM, Perry-Letonya, 8 Kasım 2007, § 55; AİHM, Miroļubovs ve diğerleri-Letonya, § 80).
AİHM, ulusal bir tedbirin 9. maddenin 2. fıkrasına uygunluğunu incelerken, söz konusu dinin tarihsel bağlamını ve dogmatik, ayinsel, örgütsel ya da başka bir açıdan taşıdığı hususiyetlerini dikkate almalıdır (Bkz. örneğin: AİHM, Cha’are Shalom ve Tsedek-Fransa, 27 Haziran 2000, §§ 13- 19; AİHM, Miroļubovs ve diğerleri-Letonya, § 8-16).
Ulusal makamlara AİHM tarafından tanınmış takdir marjının genişliği, hiçbir şekilde ilgili inancın doğası ve içeriğine bağlı olamaz (AİHM, Association « Romuva » de l’ancienne religion balte-Litvanya, § 146).
Hiçbir dinsel grup ya da belirli bir mezhebin taraftarı, başka insanların dinsel olan ya da olmayan başka inançlarının toplu şekilde ya da bireysel olarak açıklanmasına maruz olmama hakkını talep edemez (AİHM, Perovy-Rusya, 20 Ekim 2020, § 73).
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi organları; yukarıda belirtilen ve özetle, devletin hangi inancın dini inanç olduğunu belirleme yetkisinin bulunmadığını ifade eden içtihadı çerçevesinde, Sözleşme’nin 9. maddesindeki güvencelerin birçok farklı din ve inanca uygulandığı kabul etmişlerdir. Örnek vermek gerekirse:
- Alevilik (AİHM, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı-Türkiye; AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye)
- Budizm (AİHM, Jakóbski-Polonya, 7 Aralık 2010)
- Değişik Hristiyanlık mezhepleri (örneğin: AİHM, Sviato-Mykhaïlivska Parafiya-Ukrayna, 14 Haziran 2007; AİHM, Savez crkava « Riječ života » et autres-Hırvatistan, 9 Aralık 2010)
- Değişik biçimleriyle Hinduizm (AİHM, Kovaļkovs-Letonya; AİHM, Genov-Bulgaristan, 23 Mart 2017)
- Değişik biçimleriyle İslamiyet (AİHM, Hassan et Tchaouch-Fransa; Leyla Şahin-Türkiye, 10 Kasım 2005). Ahmedîlik için bkz.: AİHM, Metodiev ve diğerleri-Bulgaristan, 15 Haziran 2017)
- Yahudilik (AİHM, Cha’are Shalom ve Tsedek-Fransa)
- Sihizm (AİHM, Jasvir Singh-Fransa (kabul edilemezlik kararı), 30 Haziran 2009)
- Yeni ve nispeten yeni dinler ve ruhani uygulamalar (Örneğin: Mandarom otizmi - AİHM, Association des Chevaliers du Lotus d’Or-Fransa, 31 Ocak 2013; Bhagwan Shree Rajneesh hareketi - AİHM, Mockutė-Litvanya; Rahip Sun Myung Moon’un Birleşme Kilisesi – AİHM, Nolan et K.-Rusya, 12 Şubat 2009; Mormonizm veya son günler azizlerinin İsa’sının Kilisesi - AİHM, Église de Jésus-Christ des saints des derniers jours-Birleşik Krallık).
Yukarıda verilen örneklerin dışında geçmişte başka birçok inançla ilgili olarak da; AİHM, 9. maddenin uygulandığını tespit etmiştir. Yukarıda verilen örneklerde de görüldüğü üzere; din özgürlüğü, örneğin “Rahip Sun Myung Moon’un Birleşme Kilisesi” gibi görece az tanınan ve nispeten yeni türdeki inançlara kadar çok geniş bir yelpazeye uygulanmıştır. Bu itibarla; Alevilik gibi eski ve köklü bir inancın dini inanç olarak kabulü konusunda hiçbir tereddüdün bulunmadığını (yukarıda belirtilen) AİHM içtihadı da teyit etmiştir.
AİHM’nin bu içtihadı ışığında; Alevi inancının din olmadığı değerlendirmesine dayanan, bu düşünceyi doğrudan ya da dolaylı içeren ya da ifade eden her hukuk kuralı; Anayasa’nın 24. maddesine aykırıdır. Zira bir inancın “dini” niteliğinin devlet tarafından resmi olarak tanınmaması ve/veya yadsınması, o inanç sahiplerinin inançlarına din ve vicdan hürriyetinin uygulanmadığını, söz konusu inananların kendi inançları bağlamında bu özgürlüğün sağladığı anayasal güvencelere sahip olamayacakları anlamına gelmektedir. Bir dini inancın tanınmaması ve böylece bireyin ve bir inanç topluluğunun dini inançlarının yok sayılması; Anayasa’nın 24. maddesine bağlı tüm hak ve güvencelerin kategorik şekilde yok sayılması anlamına geldiğinden, Alevi inancı sahipleri bakımından hiçbir şekil ve koşulda korunmuyor; bu, temel hakkın özüne dokunmaktadır. Kanun koyucunun, iptali istenen kural aracılığıyla varlıklarının en derin değerlerinden olan inançlarını dini inanç olarak tanımamasının, Alevi yurttaşlar açısından ağır şekilde tahkir edici olduğu açıktır. AİHM’nin, Anayasa’nın 90. ve AİHS’nin 9., 32. ve 46. maddeleri uyarınca Türkiye’yi bağlayan içtihadı çerçevesinde, Alevilik, mer’i iç hukuku bakımından dini inançtır. Bunun aksine delalet eden her kanuni düzenleme, her yargı kararı ve her idari uygulama; Anayasa’ya aykırıdır. Bizatihi ilgili AİHM içtihadı (bkz. AİHM, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı-Türkiye; AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye) dahi, Aleviliği dini inanç saymayan 7421 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen ek. 10. maddenin Anayasa’nın 24. maddesine aykırı olduğunu göstermek bakımından yeterlidir.
Yukarıda sıralanan içtihatlar ışığında; kanun koyucunun Alevi inancının dinsel niteliğini yok sayma ya da reddetme yetkisi yoktur. Bu konuda niteleme ve değerlendirme yapma yetkisi olmayan kanun normunun cemevini açık şekilde ibadethane saymamak suretiyle Aleviliği dini inanç olarak kabul etmemesi; kanun normunun bir dinsel topluluğun üyelerinin din ve vicdan hürriyetlerini kategorik şekilde inkâr ettiği anlamına gelmektedir ve düzenlediği hakkın özüne dokunduğu için Anayasa’nın 24. maddesine aykırılık taşımaktadır.
Aynı doğrultuda; Anayasa’nın 13. maddesine göre; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”.
Anayasa’nın 24. maddesinde öngörülen temel hürriyetin özüne dokunan ihtilaflı kural, Anayasa’nın öze dokunma yasağını öngören 13. maddesine de aykırıdır.
Alevilik inancının dini inanç olarak ve cemevinin ibadethane olarak tanınmaması anlamına gelen ihtilaflı kural; Alevi inancına sahip kişilerin din ve vicdan hürriyetlerinin özüne dokunmaktadır ve Anayasa’nın 24. ve (temel hakların özüne dokunulmasını yasaklayan) 13. maddelerine aykırıdır.
- Anayasa’nın 2. maddesine aykırılık
İptali istenen kural; Alevi inancının Türkiye’de idari ve yargısal pratikte maruz kaldığı tanınmama ve ayrımcılığa uğrama sorununu çözmemekte; aksine, onları, (“ibadethane” ve “cemevi” tabirlerini ayırma suretiyle) kanun düzeyinde tescillemektedir. İslamiyetin Sünni mezhebi açısından (ve daha sınırlı olmak üzere diğer İbrahimî/semavi dinler açısından) çeşitli haklar getiren ama Alevi dinsel inancını yok sayan mevzuat, idari uygulama ve son olarak da iptali istenen kuralların yer aldığı 7421 sayılı Kanun; Devletin İslami inanç bağlamında bir mezhebi kayırdığını ve bir diğerini yok saydığını göstermekte, böylece farklı din ve inançlar karşısında tarafsız olması gereken laik devletin, İslam dini dâhilinde (tanımak/tanımamak ve eşitlik ilkesi bakımından) bir tercihte bulunduğu anlamına gelmektedir.
Oysa laik bir devletin inançları ve onların ibadet yerlerini tanımama ya da onları ibadethane değil kültür merkezi olarak tanımlama yetkisinden söz edilemez.
Anayasa’nın 2. maddesine göre, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”.
Anayasa’nın 136. maddesinin ilk fıkrasına göre, “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”.
Laiklik ilkesi, Anayasa’nın başka birçok maddesinde de zikredilmektedir (bkz. örneğin m.13).
AİHM’nin belirttiği üzere; farklı dinlerin veya aynı dinin farklı kollarının birlikte var olduğu demokratik bir toplumda; farklı grupların çıkarlarını bağdaştırmak ve herkesin inançlarına saygıyı sağlamak üzere, AİHS’nin 9. maddesinde öngörülen özgürlüğe yönelik olarak sınırlamalar öngörmek gerekebilir. Bununla beraber; bu alanda düzenleme yaparken ve farklı din, kült ve inançlarla ilişkisinde, devletin yansız ve tarafsız olması gerekir. Çoğulculuğun idamesi ve demokrasinin iyi işleyişi buna bağlıdır (AİHM, Église métropolitaine de Bessarabie et autres-Moldova, 13 Aralık 2001, §§ 115-116).
Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik “demokratik toplum”un temel nitelikleridir. Kişisel çıkarlar, gerektiğinde grubun çıkarlarına tabi olmalıysa da, demokrasi, her zaman, çoğunluğun görüşlerinin üstün gelmesi gerektiği anlamına gelmez: azınlık mensuplarına adil ve düzgün muamelede bulunulmasını ve hakim bir pozisyonun kötüye kullanılmamasını sağlayan bir denge sağlanmalıdır (AİHM, Young, James ve Webster-Birleşik Krallık, 13 Ağustos 1981, § 63; AİHM, Valsamis-Yunanistan, 18 Aralık 1996, § 27; AİHM, Folgerø ve diğerleri-Norveç, 29 Haziran 2007, § 84). Çoğulculuk ayrıca, kültürel geleneklerin, etnik ve kültürel kimliklerin, dini inançların, sanatsal, edebi, sosyo-ekonomik fikir ve kavramların çeşitliliğinin ve dinamiklerinin samimi bir şekilde tanınmasına ve bunlara saygı gösterilmesine dayanmaktadır. Çeşitli kimliklere sahip bireyler ve grupların uyumlu bir şekilde etkileşimi, sosyal bütünlük açısından elzemdir (AİHM, Gorzelik ve diğerleri-Polonya, 17 Şubat 2004, § 92). Dini çeşitliliğe saygı gösterilmesi kuşkusuz günümüzde üstesinden gelinmesi gereken en önemli güçlüklerden birini teşkil etmektedir; bu nedenle, kamu otoritelerinin dini çeşitliliği bir tehdit olarak değil, zenginleşme kaynağı olarak görmesi gerekmektedir (AİHM, Nachova ve diğerleri-Bulgaristan, 6 Temmuz 2005, § 145).
Demokratik toplumlarda, bölünmüş dini topluluklar bakımından kamu otoritelerinin görevi, dinin bir yorumunu diğer bir yorumuna tercih eden tedbirler almak (Sinan Işık, § 45) veya çoğulculuğu ortadan kaldırarak gerilimleri gidermek değil, yarışan grupların birbirine hoşgörü göstermesini sağlamaktır (AİHM, Église métropolitaine de Bessarabie et autres-Moldova, § 117).
Yansız olma yükümlülüğü, devlete (ve bu arada yargısal mercilere), bir kişinin ya da topluluğun bir mezhebe dahil olup olmadığı meselesini çözmeyi yasaklar; bu görev, yalnızca ilgili dini cemaatin yüksek ruhani mercilerine aittir (AİHM, Miroļubovs ve diğerleri-Letonya, §§ 89-90; AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye, § 121). Devlet, bir kişi ya da topluluğun mezhepsel aidiyetini, iradesi hilafına, ona keyfi olarak izafe edemez ya da bunu yeniden tanımlayamaz. Devletin bu alandaki müdahalesini ancak en ağır ve buyurucu sebeplerin meşrulaştırma ihtimali olabilir (AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye, § 110).
Devletin bu yansızlık ve tarafsızlık ödevi; Türkiye iç hukukunda laiklik kavramı tarafından içerilmektedir.
Din özgürlüğü bağlamında “tanıma”, devlet-birey ilişkilerinde devletin, tüm din veya inanç gruplarının varlıklarını eşit şekilde kabul etmesini gerektirir. Devletin çoğulcu bir tanıma siyaseti, bir yandan devleti toplumda herkese karşı eşit mesafede durmaya zorlarken öte yandan, devletin herhangi bir dini ya da ideolojiyi resmen benimsemesine izin vermez. Çoğulculuk ise herkesin kendi kimliğiyle ve kendisi olarak toplumsal ve siyasal yaşama katılmasıyla mümkündür. Farklılıkların ve farklı olanların tanınmadığı ve tehditler karşısında korunmadığı bir yerde çoğulculuktan bahsedilemez. Çoğulcu toplumda devlet, bireylerin kendi dünya görüşlerinin ve inançlarının gereğine uygun olarak yaşamalarını sağlamakla yükümlüdür. Devlet, toplumda var olan görüşlerden veya yaşam tarzlarından birini “yanlış” kabul etme yetkisine sahip değildir. Bu bağlamda Anayasa’da yer alan sınırlama sebepleri bulunmadıkça, farklılıkların bir arada yaşatılması, çoğunluğun ya da azınlığın hoşuna gitmese de çoğulculuğun bir gereğidir. Din ve vicdan özgürlüğünü koruyan üçüncü anlayış ise, bireylerin din ve vicdan özgürlüğünün eşit düzeyde korunmasının teminatı olan laiklikten doğan tarafsızlıktır (AYM, Tuğba Arslan, § 54).
Dolayısıyla çoğulculuğu esas alan demokratik devlet, bütün kimlik ve inanç gruplarının inançlarının tanınmasını ve korunmasını gerektirdiği gibi, laik devletin bütün inançlar karşısında tarafsız olması da bir zorunluluktur.
İptali istenen kural; bir dini inancın dini inanç olmadığına ilişkin resmi bir yargıyı içermesi itibariyle laik devletin farklı din ve inançlar karşısındaki tarafsızlık yükümlülüğünü ihlal etmektedir. Devletin bir dini inancı diğerlerine göre kayırması ya da bir dini inancı tanımaması; laiklik ilkesinin ihlalini oluşturmaktadır. Cemevini ibadethane saymamak suretiyle Alevi inancını diğer dini inançlara nazaran yok sayıp dini inanç olarak tanımayan iptali istenen kural, Anayasa’nın laiklik ilkesini öngören 2. maddesine aykırıdır.
İhtilaflı kural; aynı zamanda Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin kamu yararı ögesine de aykırıdır.
Gerçekten de; hukuk devleti ilkesi gereğince kanunların kamu yararı amacını gerçekleştirmek amacıyla yapılması gerekir. Anayasa Mahkemesince kamu yararı konusunda yapılacak inceleme, kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığının araştırılmasıyla sınırlıdır. Anayasa’nın çeşitli hükümlerinde yer alan kamu yararı kavramının Anayasa’da bir tanımı yapılmamıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında da belirtildiği gibi kamu yararı; bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yarardır. Kamu yararı düşüncesi olmaksızın yalnız özel çıkarlar için veya sadece belli kişilerin yararına olarak kanun hükmü konulamaz. Böyle bir durumun açık bir biçimde ve kesin olarak saptanması hâlinde söz konusu kanun hükmü, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı düşer. Açıklanan istisnai hâl dışında bir kanun hükmünün gereksinimlere uygun olup olmadığı, hangi araç ve yöntemlerle kamu yararının sağlanabileceği kanun koyucunun takdirinde olduğundan bu kapsamda kamu yararı değerlendirmesi yapmak anayasa yargısıyla bağdaşmaz (AYM, E.2020/60, K.2020/54, 01/10/2020, § 31,32).
Alevilik inancının; ciddiyeti, tutarlılığı, önemi, kadim niteliği ve kökleşmiş geleneksel birikimiyle dini inanç olduğu konusunda aklı başında herhangi bir objektif gözlemcinin tereddüde düşmesi olanaksızdır. Bunun yanında; AİHM’nin yukarıda sayılan içtihatları çerçevesinde, Alevi inancının Türkiye’nin iç hukuk bakımından “dini inanç” ve cemevlerinin de “ibadethane” olduğu hususunda da hiçbir şüphe yoktur. Esasen, anayasal bir gereklilik olarak, yargısal ve idari uygulamada “ibadethane” vb. sözcüklerin cemevlerine uygulanmasıyla ortada herhangi bir sorun kalmayacaktır. Kanun koyucunun tüm bu bağlayıcı normatif ve olgusal hakikatleri inkâr ettiği iptali istenen kural; Alevi inancının (tıpkı diğer inançlar gibi) mevzuatta zaten “ibadethane” ibaresi üzerinden sahip olduğu/olması gerektiği bir hakkı, sırf cemevinin ibadethane olmadığını kanuna derç etmek suretiyle ayrı şekilde öngörmektedir. Şu halde; iptali istenen kural, Alevi yurttaşların dini inançları sayesinde hukuken zaten sahip oldukları/olmaları lazım gelen bir hakkı, sırf Aleviliğin dini inanç olmadığı ve cemevinin ibadethane teşkil etmediği inkârcı görüşünü kanun haline getirmek amacına yönelik olarak ihdas edilmiştir. İptali istenen kural, Alevilik inancı açısından yeni bir hak getirmemekte; bilakis, cemevlerine kimi yargısal ve idari merciler tarafından Anayasa’ya aykırı şekilde, uygulanmayan bir hakkın ve mevzuatın bu uygulanmama halini kanun düzeyinde onamaktadır.
Bu tespitler; iptali istenen kuralın, kamu yararı için çıkarılmadığını ve Sünni İslam inancının çoğunluk dinini oluşturduğu bir toplumsal bağlamda, sırf azınlığa ait bir dini inancın tanınmaması ve yok sayılması amacıyla ihdas edildiğini göstermektedir. Kamu yararı içermeyen ve böyle bir amaçla ihdas edilmemiş ihtilaflı kural; bu cihetle de, Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır.
- Anayasa’nın 10. maddesine aykırılık
İptali istenen kural, cemevlerini cami, kilise ve havralar gibi ibadethane olarak kabul etmemesi itibariyle; Alevi inancına sahip kişileri, meşru bir sebep bulunmadan, Sünni inanca, Hristiyanlık inancına ve Yahudilik inancına sahip kişilere nazaran kanuni hak ve avantajların dağıtımında ayrımcılığa maruz bırakmaktadır.
Anayasa’nın “Kanun önünde eşitlik” başlığını taşıyan 10. maddesinin ilk fıkrasına göre; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”.
İptali istenen kuralın Anayasa’nın 24. maddesini ihlal ettiğini ortaya koyan önceki başlığın ışığında; dini inançları kanun koyucu tarafından açık şekilde tanınmayan Alevi yurttaşların, Anayasa’nın 10. maddesi anlamında “din, mezhep” sebepleriyle eşit olmayan, ayrımcı bir muameleye maruz kaldıkları ortadadır.
AİHS’nin de 14. maddesi, ayrımcılık yasağını düzenlemektedir. Din hürriyeti alanındaki ayrımcılığa ilişkin AİHM içtihat müktesebatı da açıktır:
AİHS, devletlere, ibadet yerlerine özgül bir statü izafe etme yükümlülüğünü yüklemez. Bununla beraber; eğer devlet ibadet yerlerine kendiliğinden özgül bir statü tanıyorsa; bu statüden bazı dini toplulukların yararlanmasını Sözleşme’nin 14. maddesine aykırı olarak ayrımcı şekilde reddedemez (AİHM, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı-Türkiye, §§ 48-49). Gerçekten de; eğer devlet, dini topluluklara özgül bir statü ve ayrıcalıklar içeren bir hukuki kişilik vermek için mevzuatında hukuki bir çerçeve oluşturuyorsa, o halde, isteyen her dini topluluğun bu statüyü talep etme imkanı bulunmalıdır. Ulusal makamların kararlarının, ayrımcı şekilde uygulanmayan hakkaniyetli ölçütlere dayanması gerekir (AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye, § 183; AİHM, Association « Romuva » de l’ancienne religion balte-Litvanya, § 126). Din özgürlüğü, dini toplulukların ya da bir dinin inananlarının, diğerlerinden farklı bir hukuki statü edinme hakkını içermez. Ancak, eğer böyle bir statü oluşturulmuşsa, bunun ayrımcı olmayan bir şekilde verilmesi gerekir (AİHM, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı-Türkiye, § 45).
AİHM, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin, bir Alevi topluluğundan gelen ve Sünni İslam ile aynı şekilde muamele görmeyi içeren taleplerine yönelik reddin, Sözleşme’nin 9. maddesini tek başına ve 14. maddesiyle bütünleşik olarak ihlal ettiğine karar vermiştir. Bu çerçevede, özellikle; Alevilerin ibadetlerine ilişkin hizmetlerin kamu hizmeti sayılması, cemevlerinin ibadet yeri sayılması, Alevi din görevlilerinin devlet memuru olarak istihdam edilmesi ve Alevilik için bütçede pay ayrılması talep ediliyordu. Devletin bu reddi, Aleviliğin bağımsız bir din (inanç) olarak görülmesinin reddine dayanıyordu. Mahkeme, devletin Aleviliğin hususiyetlerini dikkate almamasının, onun yansızlık ve tarafsızlık ödevini ihlal ettiğine kanaat getirdi.
Alevi topluluğunun kendi içinde inançlarının temel kuralları ve talepleri hususlarında bir tartışma olması; Türk tarih ve kültüründe derinden kökleşmiş ve Sözleşme’nin 9. maddesinde güvencelenen haklardan yararlanan dini bir topluluğun söz konusu olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Cemevlerinin ibadet yeri olarak tanınmasının reddiyle beraber, Alevilik gibi azınlık inançlarına ilişkin açık bir hukuki çerçevenin yokluğu; ibadet yerlerinin inşa edilmesi, miras ve sübvansiyon edinilmesi, dava açma gibi konularda birçok hukuki, yapısal ve finansal soruna yol açmaktadır. Türk mercileri, bu alandaki çok geniş takdir marjlarını aşmıştır. Mahkeme, ayrıca, başvurucuların, anılan türdeki hak ve hizmetlerden yararlanan çoğunluktaki Sünni İslam’ın inananlarına nispetle ayrımcılığa maruz kaldıklarını tespit etmiştir (AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye).
Gerçekten de; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı-Türkiye kararında cemevlerinin ibadethane olarak tanınmamasının AİHS’in 14. maddesini 9. madde ile bağlantılı olarak ihlal ettiğine karar vermiştir.
Sözleşmenin 9. maddesi inanç özürlüğünü, 14. maddesi ise ayrımcılık yasağını güvence altına almaktadır. Söz konusu karara konu olayda Yenibosna Cemevi’nin, elektrik borçlarından muaf tutulmak amacıyla yaptığı idari başvurular ve açtığı davalar cemevlerinin ibadethane sayılamayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir. Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alından bir görüşe dayandırılmıştır. Başvuruyu inanç temelli ayırımcılık yasağı çerçevesinde inceleyen AİHM cemevlerinin, Alevi inancında vazgeçilmez bir yere sahip olan cem törenlerinin yapıldığı yerler olduğunu vurgulamış ve cemevlerinde cenaze hizmeti sunulduğuna ve buralarda gelir getirici herhangi bir faaliyet yürütülmediğine işaret etmiştir. AİHM’ne göre, cemevleri tıpkı resmi olarak ibadethane sayılan diğer yerler gibi, bir dini inancın ibadetinin yerine getirildiği mekanlardır (AİHM, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı-Türkiye, § 45).
AİHM’ne göre devletin ülkedeki inanç topluluklarına belirli bir hukuki statü tanıma veya bunları farklı bir mali rejime tabi tutma yükümlülüğü bulunmamaktadır. Bununla birlikte; Türkiye Cumhuriyeti’nde, Bakanlar Kurulu kararı ile ibadethanelere farklı bir statü tanınmıştır. Bu durumda, bazı inanç gruplarının bu statüden mahrum bırakılmasının din veya inanç temelli bir ayırımcılık oluşturup oluşturmadığı belirlenmelidir (AİHM, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı-Türkiye, § 45, 48).
Ulusal mahkemeler, cemevinin ibadethane olmadığına karar verirken, bu kararlarını Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alınan bir görüşe dayandırmışlardır. Bu kabul; devletin din ve inançlar karşısında tarafsızlık ödevi ile bağdaşmadığı gibi, cemevlerine uygulanan farklı muameleyi haklı kılmaya yeterli değildir; zira ibadethane statüsü tanınan diğer yerler gibi cemevleri de ibadet amacıyla kullanılan mekanlardır. Devlet, farklı muameleyi meşrulaştıracak nesnel ve makul bir gerekçe sunamamıştır (AİHM, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı-Türkiye, § 50).
Din özgürlüğü hakkının ya da onun boyutlarından birisinin icrası iç hukuka göre bir ön izin sistemine tabi olduğunda; izin verilmesi prosedürüne (özellikle başka bir mezhebe ya da hiyerarşiye tabi) resmen tanınmış bir kilise merciinin dahli, Sözleşme’nin 9. maddesinin 2. fıkrasının gerekleriyle bağdaşmaz (AİHM, Église métropolitaine de Bessarabie et autres-Moldova, § 117; AİHM, Association « Romuva » de l’ancienne religion balte-Litvanya, § 144). 22.06.1965 tarihli ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesi uyarınca, “İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Cumhurbaşkanlığına bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.”. Söz konusu Kanun boyunca ibadet yeri karşılığı olarak kullanılan “cami” sözcüğü ve fiili uygulama; anılan Kanun’da geçen “İslam Dini” ibaresinin, bu dinin Sünni mezhebine inhisar ettiğini açık şekilde ortaya koymaktadır. Şu halde; ulusal mahkemelerin cemevinin ibadethane olmadığı kararlarını Sünni İslam inancını temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüşüne dayandırması, AİHM’nin anılan bu son içtihadına da açıkça aykırıdır. Bir inancın dini inanç oluşturup oluşturmadığına ilişkin yargı, o ülkedeki çoğunluk inancını temsil eden resmi bir kurumun değerlendirmesine tabi olamaz.
AİHM Büyük Dairesi de İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye kararında devletin Aleviliği özerk bir inanç olarak tanımaması nedeniyle başvurucuların din ve vicdan özgürlüklerinin ihlal edildiğine; buna ek olarak, devletin din alanında sunduğu kamu hizmetinden Alevilerin eşit şekilde yararlanmadığı gerekçesiyle ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir.
İzzettin Doğan ve diğerleri kararında AİHM cemevlerinin hukuki statüsü konusunu da ele almıştır. Başvurucular, Alevilerin ibadetine ilişkin hizmetlerin bir kamu hizmeti olarak kabul edilmesi, Alevilerin ibadet yerlerine ibadethane statüsü verilmesi, Alevi din görevlilerinin memur olarak işe alınmaları ve Alevilerin ibadeti için devlet bütçesinden özel bir ödenek ayrılması yönündeki taleplerinin yerel idari ve yargısal organlar tarafından reddedilmesi üzerine AİHM’ne başvurmuşlardır. Mahkeme, din ve vicdan özgürlüğü kapsamında yaptığı incelemede devletin inançlar karşısında tarafsızlık ödevine vurgu yapmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın, Devletin herhangi bir dine veya inanca ayrıcalık tanımasını yasaklayan “laiklik” ilkesini güvence altına aldığını hatırlatan Mahkeme, Aleviliğin bir tarikat olarak tanımlanarak 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına İlişkin Kanun kapsamına giren dini gruplardan birisi olarak kabul edildiğine işaret etmiştir. Mahkeme, Devlet otoritelerinin bu yaklaşımının Devletin tarafsızlığı ödevi ve dini toplulukların özerk bir varlığa sahip olma hakkı ile bağdaşmadığını belirtmiştir (AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye, § 117-124). Mahkeme, içtihadında ortaya konan ve Devletin tarafsızlık görevinin neticesi olan dini toplulukların özerkliği ilkesi uyarınca, bir dini topluluğun hangi inanca mensup olduğunu belirlemenin Devletin değil, sadece söz konusu topluluğun en üst düzey ruhani makamlarının görevi olduğunu belirterek Devletin Alevilik inancına karşı tutumunun, Alevi topluluğunun Sözleşme’nin 9. maddesinde yer alan güvencelerin tam merkezinde bulunan özerk varlık hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir.
Mahkeme, Devlet makamlarının Alevi topluluğuna, dini uygulamalarına ve mabetlerine yönelik tutumunun Devletin tarafsızlık göreviyle ve dini toplulukların özerk olarak var olma hakkıyla bağdaşmadığını belirtmiştir.
Mahkeme, cemevlerine ibadethane statüsü tanınmaması nedeniyle Alevilerin, dini yaşamlarının organizasyonu konusunda sorunlarla karşı karşıya kaldığını belirtmiştir. (AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye, § 125-131).
Mahkeme, dini alanın ve din-devlet ilişkilerinin düzenlemesi konusunda ulusal makamlara belirli bir takdir payı bırakılmakla birlikte, Devletin tarafsızlık görevi uyarınca, dini inançların ve bunların ifade edilme biçimlerinin meşruluğunu belirleme konusunda Devletin herhangi bir takdir payı bulunmadığını vurgulayarak devletlere tanınan takdir payının, bir dinin geleneksel olmayan ve azınlıkta kalan biçimlerini yasal korumadan yoksun kılacak yorumlara izin vermeyeceğini vurgulamıştır. Dolayısıyla Mahkeme, Aleviliğin bir inanç olarak özerkliğinin tanınmaması nedeniyle Sözleşmenin 9. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Mahkeme, ayırımcılık yasağı kapsamında yaptığı incelemede din özgürlüğünün, Sözleşmeci Devletlerin dini topluluklara belirli imtiyazları haiz özel bir statü tanımak için belirli bir yasal çerçeve oluşturmalarını gerektirmediğini hatırlamış ancak bununla birlikte, bu türden bir statü geliştirmiş olan bir Devletin, yalnızca yansızlık ve tarafsızlık ödevine uygun hareket etmekle kalmaması, aynı zamanda, dini grupların bu statüyü edinmek için başvurmalarına yönelik adil bir imkâna sahip olmalarını ve tesis edilen ölçütlerin ayrımcı olmayan bir şekilde uygulanmasını da sağlamaları gerektiğini vurgulamıştır (AİHM, Savez crkava « Riječ života » et autres-Hırvatistan, § 85).
Mahkeme, hukuki tanıma ve kamu hizmetlerinden yararlanma bakımından Alevilerin, çoğunluğu oluşturan Sünni İslam inancına mensup kişilere göre farklı bir muameleye maruz kaldığını vurgulamış ve bu muamelenin nesnel ve makul bir gerekçesi olmadığına karar vermiştir.
Bu dava dilekçesiyle iptali istenen kuralı ihdas ederken, kanun koyucu; AİHM’nin Türkiye’nin Alevilere karşı ayrımcı tavrının AİHS’yi ihlal ettiğine ilişkin açık içtihadını yok sayarak, aynı inkârcılığı bu defa kanun düzeyine çıkarmıştır.
Eklemek gerekir ki; ulusal makamların hukuken tanınmamış bir dini yapının faaliyetlerini yalnızca hoş görmesi, ancak resmi tanımanın ilgililere hak sağladığı bir durumda resmi tanımanın yerine geçmez (AİHM, Église métropolitaine de Bessarabie et autres-Moldova, § 129; AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye, § 127). Söz konusu dini topluluğun ilişkili dernekler ya da vakıflar kurmak suretiyle hukuki kişiliğin yokluğunu kısmen telafi edebilmesi belirleyici değildir ve sorunu çözmeye elvermez (AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye, § 130).
Yukarıda anılan AİHM içtihatları ışığında, mevzuattaki “ibadethane” vb. ibareler başta Sünni inancı olmak üzere diğer dini inançlara uygulanırken ve bu inançlar devlet tarafından resmi olarak tanınırken; cemevinin ibadethane olmadığı anlamına gelen ve Alevi inancını din ve vicdan hürriyeti bağlamında resmi olarak tanımayı reddeden iptali istenen kural, Anayasa’nın 10. maddesine aykırıdır. İhtilaflı kural, cemevlerini cami, kilise ve havralar gibi ibadethane olarak kabul etmemesi itibariyle; Alevi inancına sahip kişileri, Sünni inanca, Hristiyanlık inancına ve Yahudilik inancına sahip kişilere nazaran kanun önündeki hak ve avantajların dağıtımında meşru bir sebebe dayanmayan bir muamele farklılığına –ayrımcılığa- maruz bırakmaktadır.
Kanunun cemevlerinin giderlerini karşılamayı, onların ibadethane niteliğini reddederek öngörmesi, eşitlik ilkesine uyulduğunu göstermez. Zira böylece başta Sünni inancı gelmek üzere diğer bazı inançları resmi olarak tanıyan devlet, Alevi inancını resmi olarak inkâr etmiş olmaktadır. Devletin, kişi ya da grubun hakka kaynaklık eden (ve temelini Anayasa’nın 24. maddesinde bulan) kanuni koşulunu (ibadethane/dini inanç) tanımayıp, o koşula bağlı olarak mevzuatta başka inanç sahiplerine tanınan hakları o koşulu kendileri nezdinde tanımadığı kişilere ve gruba bir lütuf sunar gibi ayrı ve istisnai bir düzenlemeyle izafe etmesi, eşitlik ilkesine uyulduğunu göstermez. Başka inançları tanıyan kanun koyucunun ihtilaflı kuralla Alevi inancını yalnızca tanımaması; (bu tanıma eylemine bağlı hakların başka bir sebeple tanınıp tanınmamasından bağımsız olarak) kanun önünde eşitliğin sağlanmadığını ve ayrımcı bir muamelenin söz konusunu olduğunun göstergesidir.
Yukarıda anılan AİHM içtihatları ışığında; başta Sünni inancı gelmek üzere diğer inançları tanıyıp, o inanç sahiplerine burada söz konusu olan hakkı, dini inançları sebebiyle sağlayan ancak Alevilerin ibadethanelerini ve böylece inançlarını din ve vicdan hürriyeti bağlamında resmi olarak tanımayı reddeden ve burada söz konusu olan hakkı, Alevi yurttaşlara dini inançları sebebiyle sağlamayan iptali istenen kural; Anayasa’nın 10. maddesine aykırıdır.
- Anayasa’nın 90. maddesine aykırılık
Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrasına göre: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Anayasa’nın 90. maddesi anlamında “temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşma” hükmündedir. O kadar ki; Anayasa’nın 148. Maddesinin 3. Fıkrası uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında olanlarının ihlali edildiği iddiasıyla AYM önünde bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.
AİHS’nin 32. maddesinin ilk fıkrasına göre : “Mahkeme’nin yargı yetkisi, 33, 34, 46 ve 47. maddelerde belirlenen koşullar uyarınca kendisine sunulan, bu Sözleşme’nin ve Protokollerinin yorumu ve uygulanmasına ilişkin tüm sorunları kapsar.”.
Yine AİHS’nin 46. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, “Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler.”.
Şu halde, Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrası uyarınca, kanun koyucunun ihdas edeceği kanunların; AİHM’nin yorumuyla anlaşılacak AİHS’ye ve özellikle de, AİHM’nin Türkiye hakkında verdiği kesinleşmiş kararlara uygun olması gerekir. Yukarıda ayrıntılı şekilde aktarıldığı üzere; Alevilik AİHS’nin 9. maddesi anlamında dini inanç oluşturmakta ve cemevleri de ibadethane sayılmaktadır (AİHM, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı-Türkiye; AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye). Türkiye’de, kanun koyucunun, herhangi bir yargısal ya da idari merciinin buna aykırı bir karar alması ya da işlem yapması Anayasa’ya aykırılık oluşturur.
İptali istenen kural, Aleviliğin dini inanç ve cemevinin ibadethane olduğunu inkâr etmesi itibariyle; AİHS’nin 9. ve 14. maddelerine aykırıdır. AİHS’ye açık şekilde aykırı olan söz konusu kural, bu cihetle Anayasa’nın 90. maddesine de aykırıdır.
Eklemek gerekir ki; Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Bakan Temsilcileri’nin 2 Aralık 2021 tarihli 1419. toplantısında, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı, İzzettin Doğan ve diğerleri ve Hasan ve Eylem Zengin kararlarında (AİHM, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı-Türkiye; AİHM, İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye; AİHM, Hasan ve Eylem Zengin-Türkiye, 9 Ekim 2007) söz konusu ve uzun zamandır incelenmekte olan sorunlarla ilgili olarak halen gelişme sağlanamadığından ötürü, bu üç davanın Mart 2023 toplantısında yeniden ele alınmasına karar verilmiş ve alınması gereken genel tedbirlerle ilgili olarak olumlu bir değerlendirmeyi mümkün kılacak eksiksiz bilgilerin 2023’teki bu toplantıda bulunmaması halinde incelenecek olmak üzere, Sekreterya, bir ara karar taslağı hazırlamakla görevlendirilmiştir (CM/Del/Dec(2021)1419/H46-36).
İptal davası konusu kural, açıklanan gerekçelerle; Anayasa’nın din ve vicdan hürriyetini düzenleyen 24. maddesine, laiklik ve hukuk devleti ilkelerini düzenleyen 2. maddesine, kanun önünde eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddesine, temel hakların özüne dokunulmasını yasaklayan 13. maddesine ve kanunların temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalara aykırı olamayacaklarına ilişkin 90. maddesine aykırıdır.
- 7421 sayılı Kanun’un maddesiyle 10.07.2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (bb) bendi ile üçüncü fıkrasına eklenen (g) bendinin Anayasa’ya aykırılığı
7421 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle 10.07.2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasına (aa) bendinden sonra gelmek üzere (bb) bendi ve üçüncü fıkrasına (f) bendinden sonra gelmek üzere (g) bendi eklenmiştir. Buna göre birinci fıkraya eklenen (bb) bendi ile Büyükşehir Belediyeleri gerektiğinde cemevleri için bina ve tesisler yapma, bu bina ve tesislerin her türlü bakımını, onarımını yapma ve gerekli malzeme desteğini sağlama görev ve yetkisi ile donatılmıştır.
Oysa aynı fıkranın (n) bendine göre Büyükşehir Belediyelerinin “gerektiğinde mabetler … için bina ve tesisler yapmak, kamu kurum ve kuruluşlarına ait bu hizmetlerle ilgili bina ve tesislerin her türlü bakımını, onarımını yapmak ve gerekli malzeme desteğini sağlamak” görev ve yetkisi bulunmaktadır.
Dolayısıyla, iptali istenen kural cemevini mabet olarak kabul etmemekte, mabetlerden ayrı bir düzenlemeye tabi tutmaktadır.
Aynı şekilde üçüncü fıkraya eklenen (g) bendi ile ilçe belediyelerine cemevlerinin yapım, bakım ve onarımını yapma görev ve yetkisi tanınmıştır. Oysa aynı fıkranın (d) bendinde ilçe belediyelerine mabetlerin yapım, bakım ve onarım yetki ve görevi verilmiştir. Bu kural da cemevlerini mabet olarak kabul etmemiş ve ayrı bir düzenlemeye tabi tutmuştur.
Böylece; Alevi inancına sahip kişiler lehine bir düzenleme getirir gibi yapan iptali istenen kural; Alevi inancının kanun koyucu tarafından tanınmadığı ve yok sayıldığı anlamını taşımaktadır. Gerçekten, sırf “ibadethane” yerine “cemevi” yazmak için iki ayrı yasa maddesi, yasa tekniğine aykırı bir tür “paralel düzenleme” olduğu gibi, cemevlerini Alevi inancının ibadet yeri olduğunu yasa yoluyla yadsıma düzenlemesidir.
Yukarıda 7421 sayılı Kanun’un 8. maddesi için açıklanan Anayasa’ya aykırılık nedenleri aynı gerekçelerle ve mutatis mutandis bu kural için de geçerlidir.
Aynı nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 10., 13., 24. ve 90. maddelerine aykırıdır ve iptaline karar verilmesi gerekir.
- 7421 sayılı Kanun’un maddesiyle 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 6. maddesine eklenen ikinci fıkranın Anayasa’ya aykırılığı
7421 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 6. maddesinin birinci fıkrasından sonra gelmek ikinci fıkra eklenmiştir. Buna göre, İl özel idaresi; il sınırları içinde mabetler, kültür ve tabiat varlıkları, tarihî doku ve kent tarihi bakımından önem taşıyan mekânlar ile cemevlerinin yapım, bakım ve onarımını yapabilir.
Görüldüğü gibi bu kural da, cemevlerini mabet kabul etmemiş ve mabetlerin yanı sıra cemevlerini ayrıca düzenleme yoluna gitmiştir.
Böylece; Alevi inancına sahip kişiler lehine bir düzenleme getirir gibi yapan iptali istenen kural; Alevi inancının kanun koyucu tarafından tanınmadığı ve yok sayıldığı anlamını taşımaktadır. Gerçekten, sırf “ibadethane” yerine “cemevi” yazmak için iki ayrı yasa maddesi, yasa tekniğine aykırı bir tür “paralel düzenleme” olduğu gibi, cemevlerini Alevi inancının ibadet yeri olduğunu yasa yoluyla yadsıma düzenlemesidir.
Yukarıda 7421 sayılı Kanun’un 8. maddesi için açıklanan Anayasa’ya aykırılık nedenleri aynı gerekçelerle ve mutatis mutandis bu kural için de geçerlidir.
Aynı nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 10., 13., 24. ve 90. maddelerine aykırıdır ve iptaline karar verilmesi gerekir.
- 7421 sayılı Kanun’un maddesiyle 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine eklenen “; cemevlerinin yapım, bakım ve onarımını yapabilir” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7421 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle 03/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 14. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine “inşa edebilir” ibaresinden sonra gelmek üzere “; cemevlerinin yapım, bakım ve onarımını yapabilir” ibaresi eklenmiştir.” Böylece belediyelere cemevlerinin yapım, bakım ve onarımını yapma yetkisi ve görevi verilmiştir.
Oysa aynı bentte mabetlerin yapım, bakım ve onarımı yetkisi zaten belediyelere tanınmıştır.
Böylece; Alevi inancına sahip kişiler lehine bir düzenleme getirir gibi yapan iptali istenen kural; Alevi inancının kanun koyucu tarafından tanınmadığı ve yok sayıldığı anlamını taşımaktadır. Gerçekten, sırf “ibadethane” yerine “cemevi” yazmak için iki ayrı yasa maddesi, yasa tekniğine aykırı bir tür “paralel düzenleme” olduğu gibi, cemevlerini Alevi inancının ibadet yeri olduğunu yasa yoluyla yadsıma düzenlemesidir.
Görüldüğü gibi bu kural da cemevlerini mabet kabul etmemiş ve mabetlerin yanı sıra cemevlerini ayrıca düzenleme yoluna gitmiştir.
Yukarıda 7421 sayılı Kanun’un 8. maddesi için açıklanan Anayasa’ya aykırılık nedenleri aynı gerekçelerle ve mutatis mutandis bu kural için de geçerlidir.
Aynı nedenlerle kural, Anayasanın 2., 10., 13., 24. ve 90. maddelerine aykırıdır ve iptaline karar verilmesi gerekir.
- 7421 sayılı Kanun’un maddesiyle 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesinin altıncı fıkrasının ikinci cümlesine eklenen “ve cemevlerine” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7421 sayılı Kanun’un 17. maddesiyle 5393 sayılı Kanun’un 15. maddesinin altıncı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “ve hastanelere” ibaresi “, hastanelere ve cemevlerine” şeklinde değiştirilmiştir.
Böylece belediyelerin cemevlerine indirimli bedelle ya da ücretsiz olarak içme ve kullanma suyu verebileceği kabul edilmiştir.
Oysa aynı fıkrada zaten belediyelerin mabetlere indirimli bedelle ya da ücretsiz olarak içme ve kullanma suyu verebileceği kabul edilmiştir.
Görüldüğü gibi bu kural da cemevlerini mabet kabul etmemiş ve mabetlerin yanı sıra cemevlerini ayrıca düzenleme yoluna gitmiştir.
Böylece; Alevi inancına sahip kişiler lehine bir düzenleme getirir gibi yapan iptali istenen kural; Alevi inancının kanun koyucu tarafından tanınmadığı ve yok sayıldığı anlamını taşımaktadır. Gerçekten, sırf “ibadethane” yerine “cemevi” yazmak için iki ayrı yasa maddesi, yasa tekniğine aykırı bir tür “paralel düzenleme” olduğu gibi, cemevlerini Alevi inancının ibadet yeri olduğunu yasa yoluyla yadsıma düzenlemesidir.
Yukarıda 7421 sayılı Kanun’un 8. maddesi için açıklanan Anayasa’ya aykırılık nedenleri aynı gerekçelerle ve mutatis mutandisbu kural için de geçerlidir.
Aynı nedenlerle kural, Anayasanın 2., 10., 13., 24. ve 90. maddelerine aykırıdır ve iptaline karar verilmesi gerekir.
- 7421 sayılı Kanun’un maddesiyle 14.03.2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’na eklenen ek 6. maddenin Anayasa’ya aykırılığı
7421 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle 14.03.2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’na eklenen ek 6. madde ile cemevlerinin aydınlatma giderlerinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bütçesine konulacak ödenekten karşılanması öngörülmüştür.
Oysa 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun geçici 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasında “toplumun ibadetine açılmış ve ücretsiz girilen ibadethanelere ilişkin aydınlatma giderlerinin ise Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesine konulacak ödenekten karşılanması” öngörülmüştür.
Görüldüğü gibi bu kural da, cemevlerini mabet ya da ibadet yeri kabul etmemiş ve ibadet yerlerinin elektrik ücretlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) bütçesinden ödenmesi kabul edilmişken cemevlerinin aydınlatma giderlerinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bütçesine konulacak ödenekten ödenmesi öngörülmüştür.
Böylece; Alevi inancına sahip kişiler lehine bir düzenleme getirir gibi yapan iptali istenen kural; Alevi inancının kanun koyucu tarafından tanınmadığı ve yok sayıldığı anlamını taşımaktadır. Gerçekten, sırf “ibadethane” yerine “cemevi” yazmak için iki ayrı yasa maddesi, yasa tekniğine aykırı bir tür “paralel düzenleme” olduğu gibi, cemevlerini Alevi inancının ibadet yeri olduğunu yasa yoluyla yadsıma düzenlemesidir.
Yukarıda 7421 sayılı Kanun’un 8. maddesi için açıklanan Anayasa’ya aykırılık nedenleri aynı gerekçelerle ve mutatis mutandis bu kural için de geçerlidir.
Ayrıca Anayasa’nın 136. maddesinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanunda verilen görevleri yapacağı hükmüne yer verilmiştir.
İbadet yerlerinin aydınlatma giderlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinden ödenmesi öngörülmüşken, cemevlerinin elektrik faturalarının DİB bütçesinden ödenmemesi cemevlerinin ibadethane statüsünün tanınmaması anlamına geldiği açıktır. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı gibi inanç özgürlüğünün güvence altına alınması gereği ve laiklik ilkesinin devlete yüklediği farklı inançlar karşısında tarafsız olma yükümlülüğü, Aleviliğin ibadet yeri olarak kabul ettiği cemevlerinin ibadethane statüsünün kabul edilmesini gerektirir. Cemevlerinin elektrik faturalarının DİB bütçesinden ödenmemesi; devletin tarafsızlık yükümlülüğünü ihlal ettiğini ve DİB’in laiklik ilkesine aykırı şekilde bir dini inancı dışlar şekilde görevlendirildiği anlamına gelmektedir.
Bu itibarla; cemevlerinin ibadethane statüsünün tanınmaması ayrıca Anayasa’nın 136. maddesine de aykırılık oluşturur.
Aynı nedenlerle kural, Anayasanın 2., 10., 13., 24., 90. ve 136. maddelerine aykırıdır ve iptaline karar verilmesi gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
16.11.2022 tarihli ve 7421 sayılı Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un iptali istenen hükümlerinin açıkça Anayasa’ya aykırı olduğu yukarıda etraflı bir şekilde açıklanmıştır. Alevilik inancının ibadet yeri olan cemevlerinin ibadethane olarak tanınması, laik ve demokratik devlet ilkelerinin bir gereği olduğu gibi devletin inanç temelli ayrımcılık yapmama yükümlülüğünün ve inanç özgürlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünün de bir gereğidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, devletin Alevi yurttaşların inanç özgürlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünü ihlal ettiğine dair pek çok karar vermiştir. Özellikle Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı-Türkiye ve İzzettin Doğan ve diğerleri-Türkiye kararlarında, AİHM cemevlerinin ibadethane olarak tanınmamasını Sözleşme’nin 9. ve 14. maddelerinin ihlali olarak nitelendirmiştir. Devletin Sözleşme’nin 46. maddesi gereği bu kararların gereğini yerine getirme konusunda uluslararası hukuktan kaynaklanan bir yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu kararların verilmesinin üzerinden 7-8 yıl geçmiş olmasına rağmen kararlar icra edilmediğinden Bakanlar Komitesi önünde hâlâ derdesttir.
Aynı zamanda devletin söz konusu kararların gereğini yerine getirme konusunda Anayasa’nın 90. maddesinden kaynaklanan anayasal bir yükümlülüğü de bulunmaktadır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı gibi yurttaşlarının bir kısmının inancını tanımama, demokratik bir hukuk devleti için kabul edilemez bir durumdur. Bir hukuk devletinde bu tür ayrımcı yasaların uygulanmaması ve hukuk sisteminin derhal bu tür kurallardan arındırılması gerekir.
Anayasa’nın temel ilkelerine, insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi değerlerine ağır bir saldırı oluşturan kuralların yürürlüğünün derhal durdurulması, hayati önem taşımaktadır. Böyle bir ayrımcı normun uygulanması, Anayasa’nın ve Cumhuriyetin dayandığı tüm temel değerleri ortadan kaldıracaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin; toplumun önemli kesimini oluşturan bir inanç grubunun din ve vicdan hürriyetinin özüne dokunan, söz konusu inancın sahiplerini tahkir eden ve Anayasa’ya aykırı oldukları AİHM içtihatları çerçevesinde aşikâr olan iptali istenen kuralların yürürlükleri durdurması ve böyle bir inkârcı tavrın toplumsal barışta geri dönülemez yaralar açmasını ivedi şekilde engellemesi elzemdir.
Anayasal gereklere uymadan kabul edilen ve iptal edilmesi gereken bir kuralın uygulanması halinde telafisi imkânsız zararların doğacağı açıktır. O kadar ki; iptali istenen kurallar, demokratik hukuk devletinin esasını ortadan kaldıracaktır.
Diğer taraftan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devletinin temel gereğidir. Anayasa’ya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi, hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Açıkça Anayasa’ya aykırı olan ve iptali istenen kuralların iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesi’ne dava açılmıştır.
- SONUÇ VE İSTEM
16.11.2022 tarihli ve 7421 sayılı Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
1-) 8. maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen ek 10. maddenin, Anayasa’nın 2., 10., 13., 24. ve 90. maddelerine,
2-) 14. maddesiyle 10.07.2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (bb) bendi ile üçüncü fıkrasına eklenen (g) bendinin, Anayasa’nın 2., 10., 13., 24. ve 90. maddelerine,
3-) 15. maddesiyle 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 6. maddesine eklenen ikinci fıkranın, Anayasa’nın 2., 10., 13., 24. ve 90. maddelerine,
4-) 16. maddesiyle 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine eklenen “; cemevlerinin yapım, bakım ve onarımını yapabilir” ibaresinin, Anayasa’nın 2., 10., 13., 24. ve 90. maddelerine,
5-) 17. maddesiyle 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesinin altıncı fıkrasının ikinci cümlesine eklenen “ve cemevlerine” ibaresinin, Anayasa’nın 2., 10., 13., 24. ve 90. maddelerine,
6-) 22. maddesiyle 14.03.2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’na eklenen ek 6. maddenin, Anayasa’nın 2., 10., 13., 24., 90. ve 136. maddelerine
aykırı olduğundan iptaline ve uygulanması halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar yaratacağından iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz. 18.01.2023