7421 CEMEVLERİ YASASI - CHP İPTAL VE YÜRÜTMEYİ DURDURMA DAVA DİLEKÇESİ - 2

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

(Yürürlüğü Durdurma İstemlidir)

 

DAVACI (İptal İsteminde Bulunan) ....

 

:

 

1.    Engin ALTAY                           İstanbul

2.    Özgür ÖZEL                           Manisa

3.    Engin ÖZKOÇ                        Sakarya


ile aşağıda ad ve soyadları ile seçim bölgeleri yazılı 128 milletvekili.

 

 

4.    Ayhan BARUT                        Adana

5.    Burhanettin BULUT                Adana

6.    Orhan SÜMER                       Adana

7.    Müzeyyen ŞEVKİN                Adana

8.    Abdurrahman TUTDERE       Adıyaman

9.    Burcu KÖKSAL                      Afyonkarahisar

10. Mustafa TUNCER                  Amasya

11. Tekin BİNGÖL                        Ankara

12. Murat EMİR                            Ankara

13. Levent GÖK                            Ankara

14. Ali Haydar HAKVERDİ           Ankara

15. Yıldırım KAYA                         Ankara

16. Haluk KOÇ                             Ankara

17. Bülent KUŞOĞLU                  Ankara

18. Gamze TAŞCIER                   Ankara

19. Servet ÜNSAL                        Ankara

20. Nihat YEŞİL                            Ankara

21. Cavit ARI                                Antalya

22. Çetin Osman BUDAK             Antalya

23. Aydın ÖZER                           Antalya

24. Rafet ZEYBEK                       Antalya

25. Uğur BAYRAKTUTAN            Artvin

26. Süleyman BÜLBÜL                Aydın

27. Bülent TEZCAN                      Aydın

28. Hüseyin YILDIZ                      Aydın

29. Ahmet AKIN                            Balıkesir

30. Ensar AYTEKİN                      Balıkesir

31. Fikret ŞAHİN                          Balıkesir

32. Aysu BANKOĞLU                  Bartın

33. Yaşar TÜZÜN                         Bilecik

34. Mehmet GÖKER                    Burdur

35. Nurhayat ALTACA KAYIŞOĞLUBursa

36. Erkan AYDIN                          Bursa

37. Lale KARABIYIK                    Bursa

38. Yüksel ÖZKAN                       Bursa

39. Orhan SARIBAL                     Bursa

40. Özgür CEYLAN                      Çanakkale

41. Muharrem ERKEK                  Çanakkale

42. Tufan KÖSE                           Çorum

43. Gülizar BİÇER KARACA        Denizli

44. Okan GAYTANCIOĞLU         Edirne

45. Gürsel EROL                          Elazığ

46. Utku ÇAKIRÖZER                  Eskişehir

47. Jale Nur SÜLLÜ                     Eskişehir

48. İrfan KAPLAN                         Gaziantep

49. Bayram YILMAZKAYA            Gaziantep

50. Necati TIĞLI                           Giresun

51. Mehmet GÜZELMANSUR     Hatay

52. Suzan ŞAHİN                         Hatay

53. İsmet TOKDEMİR                  Hatay

54. Serkan TOPAL                       Hatay

55. Fethi AÇIKEL                          İstanbul

56. Onursal ADIGÜZEL                İstanbul

57. Gamze AKKUŞ İLGEZDİ       İstanbul

58. Turan AYDOĞAN                   İstanbul

59. Mehmet BEKAROĞLU           İstanbul

60. Kadri Enis BERBEROĞLU    İstanbul

61. Ahmet Ünal ÇEVİKÖZ           İstanbul

62. Emine Gülizar EMECAN        İstanbul

63. Yunus EMRE                          İstanbul

64. Zeynel EMRE                         İstanbul

65. Nazır Cihangir İSLAM            İstanbul

66. İbrahim Özden KABOĞLU     İstanbul

67. Özgür KARABAT                    İstanbul

68. İlhan KESİCİ                           İstanbul

69. Yüksel Mansur KILINÇ           İstanbul

70. Sibel ÖZDEMİR                      İstanbul

71. Oğuz Kaan SALICI                 İstanbul

72. Ali ŞEKER                              İstanbul

73. Mahmut TANAL                      İstanbul

74. Mustafa Sezgin TANRIKULU İstanbul

75. Gürsel TEKİN                         İstanbul

76. Erdoğan TOPRAK                  İstanbul

77. Gökan ZEYBEK                     İstanbul

78. Ednan ARSLAN                      İzmir

79. Murat BAKAN                         İzmir

80. Tacettin BAYIR                       İzmir

81. Kani BEKO                             İzmir

82. Sevda ERDAN KILIÇ             İzmir

83. Ahmet Tuncay ÖZKAN           İzmir

84. Mahir POLAT                          İzmir

85. Özcan PURÇU                       İzmir

86. Selin SAYEK BÖKE               İzmir

87. Atila SERTEL                         İzmir

88. Bedri SERTER                       İzmir

89. Kamil Okyay SINDIR              İzmir

90. Ali ÖZTUNÇ                           K. Maraş

91. İsmail Atakan ÜNVER            Karaman

92. Hasan BALTACI                     Kastamonu

93. Çetin ARIK                              Kayseri

94. Ahmet ÖNAL                          Kırıkkale

95. Vecdi GÜNDOĞDU                Kırklareli

96. Türabi KAYAN                        Kırklareli

97. Metin İLHAN                           Kırşehir

98. Haydar AKAR                         Kocaeli

99. Tahsin TARHAN                     Kocaeli

100.      Abdüllatif ŞENER             Konya

101.      Ali Fazıl KASAP                Kütahya

102.      Veli AĞBABA                    Malatya

103.      Ahmet Vehbi BAKIRLIOĞLUManisa

104.      Bekir BAŞEVİRGEN         Manisa

105.      Alpay ANTMEN                Mersin

106.      Ali Mahir BAŞARIR          Mersin

107.      Cengiz GÖKÇEL              Mersin

108.      Mürsel ALBAN                  Muğla

109.      Burak ERBAY                   Muğla

110.      Süleyman GİRGİN            Muğla

111.      Suat ÖZCAN                    Muğla

112.      Faruk SARIASLAN           Nevşehir

113.      Ömer Fethi GÜRER         Niğde

114.      Mustafa ADIGÜZEL          Ordu

115.      Seyit TORUN                    Ordu

116.      Baha ÜNLÜ                      Osmaniye

117.      Neslihan HANCIOĞLU     Samsun

118.      Kemal ZEYBEK                Samsun

119.      Barış KARADENİZ           Sinop

120.      Ulaş KARASU                  Sivas

121.      Aziz AYDINLIK                  Şanlıurfa

122.      İlhami Özcan AYGUN       Tekirdağ

123.      Faik ÖZTRAK                   Tekirdağ

124.      Candan YÜCEER             Tekirdağ

125.      Kadim DURMAZ               Tokat

126.      Ahmet KAYA                     Trabzon

127.      Polat ŞAROĞLU               Tunceli

128.      Özkan YALIM                    Uşak

129.      Ali KEVEN                        Yozgat

130.      Ünal DEMİRTAŞ               Zonguldak

131.      Deniz YAVUZYILMAZ       Zonguldak

 

 

 

 

 

 

 

TEBLİGAT YAPILACAK DAVACILAR

:

Engin ALTAY, İstanbul Milletvekili,

                                               TBMM, Ankara.

Özgür ÖZEL, Manisa Milletvekili,

                                               TBMM, Ankara.

Engin ÖZKOÇ, Sakarya Milletvekili,

                                               TBMM, Ankara.

 

İPTALİ İSTENEN KANUN ...............

:

26/11/2022 tarihli ve 32025 Sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan 16/11/2022 tarihli ve 7421 sayılı “Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun

DAVA KONUSU .............................

:

 16/11/2022 tarihli ve 7421 sayılı Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;

1-) 9. Maddesiyle 9/12/1994 tarihli ve 4059 sayılı Finansal İstikrar ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanuna eklenen 1/A Maddesinin,

2-) 20. Maddesiyle 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 10. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (j) bendinin,  

3-) 23. Maddesiyle yeniden düzenlenen 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanunun 4. Maddesinin,

Anayasa’ya aykırı olması nedeniyle iptaline ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi istemi.

 

 

  1. İPTALİ İSTENEN HÜKÜM

16/11/2022 tarihli ve 7421 sayılı Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un  iptali istenen hükümleri aşağıdadır:

(İptali istenen madde, hüküm ve ibareler koyu ve italik gösterilmiştir).

 

  • 7421 sayılı Kanun’un 9. Maddesiyle 9/12/1994 tarihli ve 4059 sayılı Finansal İstikrar ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanuna eklenen 1/A Maddesi

 

7421 sayılı Kanunun iptali istenen kuralları da içeren 9. Maddesi şöyledir:

MADDE 9- 9/12/1994 tarihli ve 4059 sayılı Finansal İstikrar ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanuna 1 inci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki madde eklenmiştir.

Fiyat İstikrarı Komitesi

MADDE l/A- (1) Fiyat istikrarının kalıcı olarak tesis edilmesine ve sürdürülmesine katkı sağlamak amacıyla Fiyat İstikrarı Komitesi kurulmuştur.

(2) Fiyat İstikrarı Komitesi; Hazine ve Maliye Bakanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Sanayi ve Teknoloji Bakanı, Tarım ve Orman Bakanı, Ticaret Bakanı, Strateji ve Bütçe Başkanı ile Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanından oluşur.

(3) Fiyat İstikrarı Komitesi, gerekli görmesi halinde ilgili sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve özel sektör temsilcilerini toplantılarına davet edebilir.

(4) Fiyat İstikrarı Komitesinin görev ve yetkileri şunlardır:

  1. a) Para ve maliye politikaları arasındaki eşgüdümü gözetmek suretiyle fiyat istikrarını sağlamaya yönelik yapısal politika önerileri geliştirmek,
  2. b) Fiyat istikrarını tehdit eden riskleri izleyerek para politikası ve para politikası araçları dışında alınması gereken tedbirleri belirlemek ve ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından uygulanmasını sağlamaya yönelik tavsiyelerde bulunmak,
  3. c) Kamu tarafından belirlenen ya da yönlendirilen fiyatların fiyat istikrarı odağında uygulanmasını sağlamaya yönelik kararlar almak.

(5) Fiyat İstikrarı Komitesinin sekretarya hizmetleri, Hazine ve Maliye Bakanlığınca yürütülür.

(6) Fiyat İstikrarı Komitesinin ve Sekretaryanın çalışma usul ve esasları üyesi bulunan kurum ve kuruluşların görüşü alınarak Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından belirlenir.

(7) Fiyat İstikrarı Komitesi, görev alanına giren konularla ilgili her türlü bilgi ve belgeyi, kamu kurum ve kuruluşlarından isteme yetkisine sahiptir. Kamu kurum ve kuruluşları, talep edilen bilgi ve belgeyi Fiyat İstikrarı Komitesinin belirleyeceği şekil ve süre içerisinde vermekle yükümlüdür.”

 

  • 7421 sayılı Kanun’un 20. Maddesiyle 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 10. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (j) bendi

 

7421 sayılı Kanunun iptali istenen kuralları da içeren 20. Maddesi şöyledir:

MADDE 20- 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir.

i) 22/6/2022 tarihli ve 7412 sayılı İstanbul Finans Merkezi Kanunu hükümlerine göre katılımcı belgesi alarak İstanbul Finans Merkezi Bölgesinde faaliyette bulunan kurumların, münhasıran bu faaliyet kapsamında yurt dışından satın alınan malları Türkiye’ye getirilmeksizin yurt dışında satmalarından veya yurt dışında gerçekleşen mal alım satımlarına aracılık etmelerinden sağladıkları kazancın %50’si,

Bu indirimden yararlanılabilmesi için kazancın elde edildiği hesap dönemine ilişkin yıllık kurumlar vergisi beyannamesinin verilmesi gereken tarihe kadar Türkiye’ye transfer edilmiş olması, aracılık faaliyetine ilişkin malların satıcısı ve alıcısının Türkiye’de olmaması şarttır. Cumhurbaşkanı, bu bentte yer alan oranı, sıfıra kadar indirmeye veya bir katına kadar artırmaya yetkilidir.”

  • 7421 sayılı Kanun’un 23. Maddesiyle yeniden düzenlenen 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanunun 4. Maddesi

 

7421 sayılı Kanunun iptali istenen kuralları da içeren 23. Maddesi şöyledir:

MADDE 23- 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanunun Anayasa Mahkemesince iptal edilen 4 üncü maddesi aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.

 

“Muvazaalı devir işlemleri

MADDE 4- (1) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun kayyım olarak atandığı şirketlerde, soruşturmanın başladığı tarihten 19/7/2018 tarihine kadar ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak şirket ortakları tarafından yapılmış olan devir ve temlik işlemleri, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kurulunun değerlendirmesi sonucu muvazaalı kabul edilmesi halinde geçersiz sayılır ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun talebi üzerine ticaret sicilinden terkin edilir. Geçersiz sayılma işlemine karşı ilgililerce, tebliğden itibaren bir ay içinde şirket merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesinde dava açılabilir.”

 

II- İPTAL İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ  

 

  • 7421 sayılı Kanun’un 9. Maddesiyle 9/12/1994 tarihli ve 4059 sayılı Finansal İstikrar ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanuna eklenen 1/A Maddesinin Anayasa’ya aykırılığı

 

7421 sayılı Kanunun 9. Maddesi ile 9/12/1994 tarihli ve 4059 sayılı Finansal İstikrar ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanuna 1/A maddesi eklenmiştir. Buna göre Hazine ve Maliye Bakanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Sanayi ve Teknoloji Bakanı, Tarım ve Orman Bakanı, Ticaret Bakanı, Strateji ve Bütçe Başkanı ile Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanından oluşan bir Fiyat İstikrarı Komitesi kurulması öngörülmüştür. Bu komitenin amacının ise fiyat istikrarının kalıcı olarak tesis edilmesine ve sürdürülmesine katkı sağlamak olduğu belirtilmektedir. Bu amaçla Komiteye para ve maliye politikaları arasındaki eşgüdümü gözetmek suretiyle fiyat istikrarını sağlamaya yönelik yapısal politika önerileri geliştirme; fiyat istikrarını tehdit eden riskleri izleyerek para politikası ve para politikası araçları dışında alınması gereken tedbirleri belirlemek ve ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından uygulanmasını sağlamaya yönelik tavsiyelerde bulunma; kamu tarafından belirlenen ya da yönlendirilen fiyatların fiyat istikrarı odağında uygulanmasını sağlamaya yönelik kararlar alma gibi görev ve yetkileri verilmiştir.

Fiyat İstikrarı Komitesinin sekretarya hizmetlerinin, Hazine ve Maliye Bakanlığınca yürütüleceği, Fiyat İstikrarı Komitesinin ve Sekretaryanın çalışma usul ve esaslarının üyesi bulunan kurum ve kuruluşların görüşü alınarak Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından belirleneceği ve Fiyat İstikrarı Komitesinin, görev alanına giren konularla ilgili her türlü bilgi ve belgeyi, kamu kurum ve kuruluşlarından isteme yetkisine sahip olduğu düzenlenmiştir. Kamu kurum ve kuruluşları, talep edilen bilgi ve belgeyi Fiyat İstikrarı Komitesinin belirleyeceği şekil ve süre içerisinde vermekle yükümlüdür.

Aynı düzenleme daha önce 74 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenmiş, söz konusu kararname Anayasa Mahkemesinin E.2021/85, K.2022/60 sayılı ve  01/06/2022 tarihli kararı ile iptal edilmiştir. Dava dilekçesinde 74 sayılı CBK’nin yetki ve esas bakımından Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülmüş olmakla birlikte Mahkeme yetki bakımından Anayasa’ya aykırılık kararı vermiş esas bakımından inceleme yapmamıştır.

İhtilaflı kural, aşağıda belirtilen açılardan Anayasa’ya aykırıdır.

  1. a) Anayasa’nın 167. Maddesine Aykırılık

14/1/1970 tarihli ve 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu’nun 4. maddesinde fiyat istikrarını sağlama görevi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına verilmiştir. Buna göre; Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler. Banka, fiyat istikrarını sağlama amacı ile çelişmemek kaydıyla Hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler.

Yine 4. Maddeye göre Banka, bu Kanun ile kendisine verilen görev ve yetkileri, kendi sorumluluğu altında bağımsız olarak yerine getirir ve kullanır.

Görüldüğü gibi 1211 sayılı Kanunla fiyat istikrarını sağlama yetki ve görevi Merkez Bankasına verilmiş, bu amaçla uygulanacak para politikası araçlarını belirleme yetkisinin münhasıran Bankaya ait olduğu belirlenmiş ve Bankanın bağımsızlığı güvence altına alınmıştır. Oysa dava konusu kurallar bütün bu hükümleri anlamsız hale getirmekte, fiyat istikrarını sağlama yetki ve görevini çoğunluğunu bakanların oluşturduğu bir Kurula bırakmakta, para politikası araçlarını belirleme konusundaki Bankanın münhasır yetkisi ortadan kaldırmakta ve Bankanın belirleyeceği politikaların tamamının Fiyat İstikrarı Komitesi tarafından alınması öngörülerek Bankanın bağımsızlığından söz edilemez hale getirilmektedir.

Anayasa’nın 167. Maddesinde Devletin, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alacağı öngörülmüştür. Bu çerçevede para piyasalarının sağlıklı işleyişini sağlayacak en temel güvence, Merkez Bankasının bağımsızlığını sağlamaktır.

Merkez Bankalarının bağımsızlığı bütün dünyada önemli bir fiyat istikrarı güvencesidir ve bu nedenle de anayasal bir kural olarak kabul edilmektedir. Örneğin ABD Anayasasında doğrudan Merkez Bankası ile ilgili bir kural olmamakla birlikte Amerikan Merkez Bankasının Bağımsızlığı bir anayasal teamül (Constitutional Convention) olarak kabul edilmektedir (Bkz. Jon Elster, Forces and Mechanisms in the Constitution Making Process, Duke Law Journal, Vol. 45, (1995) s. 365).

Avrupa Merkez Bankası’nın kurumsal bağımsızlığı ise, Maastricht Antlaşmasının 108. Maddesiyle güvence altına alınmıştır. Buna göre; “Yetkilerini kullanırken ve görevlerini yerine getirirken ne Avrupa Merkez Bankası (ECB) ne Avrupa Merkez Bankaları Sistemi (ESCB) ne de bunların karar organları topluluk karar ve organlarından üye devlet hükümetlerinden veya herhangi bir kuruluştan talimat almazlar. Topluluk kurum ve organları ile üye devlet hükümetleri, bu ilkeye saygı göstereceklerini ve ECB’nin ya da ESCB’nin karar verme organlarının, görevlerini yerine getirirken etkilemeyeceklerini taahhüt ederler”.

Dolayısıyla, demokratik devletlerin konuya bakış açıları da dikkate alındığında, Merkez Bankasının bağımsızlığının Anayasa’nın 167. Maddesi uyarınca anayasal bir gereklilik olduğu ortadadır. İptali istenen kurallar Merkez bankasının bağımsızlığını ortadan kaldıran temel politikalarda karar alma yetkisini çoğunluğunu bakanların oluşturduğu Fiyat İstikrarı Komitesine vererek Bankayı adeta bu Komitenin kararlarını uygulayacak bir idari birime dönüştüren bir niteliğe sahiptir ve bu nedenle Anayasa’nın 167. Maddesine aykırıdır.

  1. b) Anayasa’nın 2. Maddesine Aykırılık

Diğer taraftan Anayasa’nın 2. Maddesinde güvence altına alınan hukuk devletinin temel gereklerinden biri hukuki öngörülebilirlik olup, bu hukuk düzeninin birbiriyle uyumlu ve insicamlı kurallardan oluşmasını gerektirir.

Hukuk devletinin ön koşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Yine Anayasa Mahkemesi’nin 17.4.2008 tarihli ve E.2005/5, K.2008/93 sayılı kararında, şu tespitler yapılmıştır: “Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri ‘belirlilik’tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Yasa kuralı, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmelidir. “Öngörülebilirlik şartı” olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, kişilerin hukuk güvenliğini korumakla birlikte idarede istikrarı da sağlar.

Aynı konuda birbiriyle çatışan ya da çelişen hükümler bulunması uygulayıcılar ve vatandaşlar açısından hangi kuralın uygulanacağı konusunda bir tereddüt ve belirsizlik yaratır ki, bu durum, vatandaşların kendi davranışlarını bilinçli olarak belirleme olanağını ortadan kaldırır.

Yukarıda açıklandığı gibi 1211 sayılı Kanun fiyat istikrarını sağlama yetkisini ve buna bağlı olarak para politikası araçlarını belirleme ve uygulama yetkisini Merkez Bankasına vermişken, dava konusu kural bu konularda temel kararları alma yetkisini Fiyat İstikrarı Komitesine vermektedir. Bu yetkiler ise Merkez Bankasının bağımsızlığını ortadan kaldırmaktadır. Bu durumda insicamlı ve birbiri ile uyumlu yasalardan ve öngörülebilir bir hukuk düzeninden söz etmek mümkün değildir. Hukuk düzeninin tutarlılığını ortadan kaldıran ve yetki karmaşasına yol açacak olan ihtilaflı kural, bu cihetle Anayasa’nın 2. Maddesine de aykırıdır.

 

 

  1. c) Anayasa’nın 2., 13. ve 20. Maddelerine Aykırılık

Son olarak dava konusu 1/A maddesinin (7) numaralı fıkrasında Fiyat İstikrarı Komitesinin, görev alanına giren konularla ilgili her türlü bilgi ve belgeyi, kamu kurum ve kuruluşlarından isteme yetkisine sahip olduğunu ve kamu kurum ve kuruluşlarının, talep edilen bilgi ve belgeyi Fiyat İstikrarı Komitesinin belirleyeceği şekil ve süre içerisinde vermekle yükümlü olduğu düzenlenmektedir.

İstenebilecek bilgilerin kişisel verileri kapsaması halinde hangi tür verilerin paylaşılacağı, bu verilerin nasıl işleneceği ve saklanacağı, hangi koşullarda başka kurumlarla paylaşılacağı konularında hiçbir açıklık bulunmamaktadır.

Kişisel verilerin korunması, özel hayatın gizliliği hakkı bağlamında gerçekleşir. Anayasa’nın 20. maddesinin üçüncü fıkrasında “Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir” denilerek kişisel verilerin korunması özel hayatın gizliliğinin korunması hakkı kapsamında güvenceye kavuşturulmuştur.

 Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararlarında belirtildiği üzere “...adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler, etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri, sağlık bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm veriler…” kişisel veri olarak kabul edilmektedir (AYM, E.2013/122, K.2014/74, 9/4/2014; E.2014/149, K.2014/151, 2/10/2014; E.2014/74, K.2014/201, 25/12/2014; E.2014/180, K.2015/30, 19/3/2015; E.2015/32, K.2015/102, 12/11/2015).

Kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı, insan onurunun korunması ve bireyin kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır (AYM, E.2020/24, K. 2021/39, 3/6/2021, § 42; AYM, E.2018/137, K.2022/86, 30/06/2022, § 173).

Anayasa Mahkemesi’ne göre özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması hakkı, temel hak ve özgürlükler arasında önemli bir yer tutar. Özel hayatın gizliliğinin korunması, bu hayatın başkalarının gözleri önüne serilmemesi demektir. Kişinin özel hayatının, yalnız kendisi veya kendisinin bilmesini istediği kimseler tarafından bilinmesini isteme hakkı, kişinin temel haklarından biridir ve bu niteliği nedeniyle insan haklarına ilişkin beyanname ve sözleşmelerde de yer almış; demokratik ülkelerin mevzuatında açıkça belirlenen istisnalar dışında devlete, topluma ve diğer kişilere karşı korunmuştur. Kişisel verilerin korunması hakkı ise özel hayatın gizliliği hakkının özel bir biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır. Öte yandan kişisel verilerin korunması hakkı sınırsız olmayıp bu hakkın Anayasa’da güvence altına alınan diğer temel hak ve özgürlüklerin korunması veya Anayasa’nın devlete bir görev olarak yüklediği millî güvenliğin, kamu düzeninin ve kamu güvenliğinin korunması gibi nedenlerle sınırlandırılması mümkündür. Ancak bu sınırlama yapılırken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimini belirleyen Anayasa’nın 13. maddesine de uyulması gerekmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin 24.07.2019 tarihli ve 2017/16 E.; 2019/64 K. No’lu Kararı,§ 48, 49, 50).

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre, kişinin özel hayatına ilişkin verilerin yalnızca kaydedilmesi, işlenmeseler dahi, özel hayat hakkına müdahale oluşturur (S. ve Marper/Birleşik Krallık, 4 Aralık 2008, başvuru no : 30562/04 ve 30566/04 , p.67).

Bu çerçevede kişisel verilerin toplanmasına, işlenmesine, saklanmasına ve paylaşılmasına ilişkin kuralların kanunilik ilkesine uygun olması uygun olması Anayasa’nın 20. Maddesinin ve temel hakların sınırlandırılmasının ancak yasa ile yapılabileceğinin öngören 13. Maddesinin bir gereğidir.

Ancak dava konusu (7) numaralı fıkrada kişisel veriler talep edilebilecek bilgi ve belgelerden istisna tutulmadığı gibi, hangi verilerin istenebileceği, bu verilerin nasıl işleneceği ve saklanacağı, hangi ilkeler çerçevesinde paylaşılacağı ve kim tarafından, ne kadar zamanda ortadan kaldırılacağı konularında da hiçbir düzenleme öngörülmemektedir. Bu derece geniş ve sınırsız yetkinin keyfi kullanılmasını önleyecek hiçbir güvence de kanunda yer almamaktadır. Bu nedenle söz konusu kural Anayasa’nın 13. ve 20. Maddelerine de aykırıdır.

Eklemek gerekir ki, hukuk devletinin temel ilkelerinden biri ‘‘hukuk güvenliği' ilkesidir. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Hukuk devletinde kanun metinlerinin ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. ‘‘Belirlilik' ilkesine göre ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir (Anayasa Mahkemesi’nin 18.06.2013 tarihli ve 2012/157 E.; 2013/79 K. sayılı Kararı). Ancak Fiyat İstikrarı Komitesinin, görev alanına giren konularla ilgili her türlü bilgi ve belgeyi kamu kurum ve kuruluşlarından isteme yetkisine sahip olması ve hiçbir koşulla sınırlandırılmayan bu aşırı takdir yetkisi, Komite’nin keyfi uygulamalarına sebep olabilecektir. Bu nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 2. maddesine de aykırıdır.

Açıklanan nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa’nın 2., 13., 20. ve 167. Maddelerine aykırıdır, iptallerine karar verilmesi gerekir. 

 

  • 7421 sayılı Kanun’un 20. Maddesiyle 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 10. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (j) bendinin Anayasa’ya aykırılığı

 

7421 sayılı Kanunun 20. Maddesi ile 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 10. maddesinin birinci fıkrasına (j) bendi eklenmiştir.

Buna göre 22/6/2022 tarihli ve 7412 sayılı İstanbul Finans Merkezi Kanunu hükümlerine göre katılımcı belgesi alarak İstanbul Finans Merkezi Bölgesinde faaliyette bulunan kurumların, münhasıran bu faaliyet kapsamında yurt dışından satın alınan malları Türkiye’ye getirilmeksizin yurt dışında satmalarından veya yurt dışında gerçekleşen mal alım satımlarına aracılık etmelerinden sağladıkları kazancın %50’si kurumlar vergisinden istisna tutulmuştur.

Bu indirimden yararlanılabilmesi için kazancın elde edildiği hesap dönemine ilişkin yıllık kurumlar vergisi beyannamesinin verilmesi gereken tarihe kadar Türkiye’ye transfer edilmiş olması, aracılık faaliyetine ilişkin malların satıcısı ve alıcısının Türkiye’de olmaması şarttır. Ayrıca Cumhurbaşkanına, bu bentte yer alan oranı, sıfıra kadar indirmeye veya bir katına kadar artırma yetkisi tanınmıştır.

Görüldüğü gibi dava konusu kurallarla yurt dışında yapılan transit ticaretten elde edilen gelirler bakımından İstanbul Finans Merkezinde faaliyet gösteren firmalara kurumlar vergisinden %50 istisna tanınmıştır. Cumhurbaşkanı bu istisnayı tamamen kaldırabileceği gibi gelirin tamamını da istisna kapsamına alabilecektir. 

Ancak aynı şekilde yurt dışında transit ticaret yapan diğer firmalar bu istisnadan yararlanamayacaktır.

  1. a) Anayasa’nın 10. Maddesine Aykırılık

Bu düzenlemenin öncelikle eşitlik ilkesine aykırı olduğu açıktır.

Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./ Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz./ Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz./ Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz./ Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmek suretiyle kanun önünde eşitlik ilkesine yer verilmiştir.

 Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre Anayasa’nın anılan maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez (AYM, E.2019/13, K.2021/31, 29/04/2021, § 94).

Yine Anayasa Mahkemesi’nin ifade ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile güdülen amaç, benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların yasalarca aynı işleme uyruk tutulmasını sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin 13.04.1976 tarihli ve 1976/3 E.; 1976/3 K. sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre; “Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir” (Anayasa Mahkemesi’nin 07.02.2006 tarihli ve 2006/11 E.; 2006/17 K. sayılı Kararı). Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespitinde, somut olayda yapılan ayrımın haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı noktası dikkate alınır: “Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik, mutlak anlamda bir eşitlik olmayıp, ortada haklı nedenlerin bulunması halinde, farklı uygulamalara imkan veren bir ilkedir” (Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.1986 tarihli ve 1985/11 E.; 1986/29 K. sayılı Kararı).

Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, verili ihtilafta benzer kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir ‘‘haklı neden’’in var olup olmadığına göre yapılır.  Aynı durumdaki kişiler farklı kurallara tabi tutulmuşsa bu farklı muamelenin meşru amacının gösterilebilmesi gerekir. Eğer farklı muamelenin meşru bir amacı gösterilemiyorsa eşitlik ilkesi ihlal edilecektir.

Yurt dışında transit ticaret yapmak bakımından İstanbul Finans Merkezinde faaliyet gösteren firmalarla bunların dışındaki tüm diğer firmalar arasında hukuki statü bakımından ve vergi istisnasının kendileri için ekonomik açıdan bir avantaj olması açısından hiçbir farklılık bulunmadığı ve eşit konumda oldukları açıktır. Buna rağmen yalnızca İstanbul Finans Merkezinde faaliyet gösteren firmalara yurt dışı transit ticaretten elde ettikleri gelirler bakımından kurumlar vergisi istisnası tanınmasının hiçbir meşru amacı yoktur ve aynı işi yapan aynı durumdaki firmalar arasında haksız rekabete neden olacak niteliktedir. Bu nedenle, aynı durumdaki firmalar arasında haklı bir sebebe dayanmayan bir muamele farklılığı oluşturan ihtilaflı kural, Anayasa’nın 10. Maddesine aykırıdır.

  1. b) Anayasa’nın 73. Maddesine Aykırılık

Anayasa’nın 73. Maddesinde herkesin, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlü olduğu ve vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımının, maliye politikasının sosyal amacı olduğu ilkesine yer verilmiştir. Buna göre Devletin vergi yükünü adaletli ve dengeli dağıtma ödevi bulunmaktadır.

Aynı işi yapan firmaların bir kısmından tam vergi alırken bir kısmından yarı oranında hatta hiç vergi alınmaması Devletin vergi yükünü adaletli ve dengeli dağıtma ödevi ile bağdaşmaz. Önceki alt başlıkta gösterildiği üzere, söz konusu iki kategori firma arasında vergi yükünün dağıtımı bakımından muamele farklılığı yapmayı gerektiren herhangi bir haklı sebep bulunmamaktadır. Bu nedenle dava konusu kurallar Anayasa’nın 73. Maddesine de aykırıdır.

Açıklanan nedenlerle dava konusu kurallar Anayasa’nın 10. ve 73. Maddelerine aykırıdır ve iptaline karar verilmesi gerekir.

 

  • 7421 sayılı Kanun’un 23. Maddesiyle yeniden düzenlenen 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanunun 4. Maddesinin Anayasa’ya aykırılığı

 

7421 sayılı Kanunun 23. Maddesi ile 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanunun 4. Maddesi yeniden düzenlenmiştir.  Buna göre 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 133. maddesi uyarınca Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun kayyım olarak atandığı şirketlerde, soruşturmanın başladığı tarihten 19/7/2018 tarihine kadar ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak şirket ortakları tarafından yapılmış olan devir ve temlik işlemleri, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kurulunun değerlendirmesi sonucu muvazaalı kabul edilmesi halinde geçersiz sayılacak ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun talebi üzerine ticaret sicilinden terkin edilecektir. Geçersiz sayılma işlemine karşı ilgililerce, tebliğden itibaren bir ay içinde şirket merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesinde dava açılabileceği öngörülmüştür.

Söz konusu hüküm daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Dava konusu kural iptal sonrası yeniden düzenlemeyi içermektedir.

Şirket yönetimi için kayyım tayini, 5271 Kanun’un 133. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrasında, suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olması halinde soruşturma ve kovuşturma sürecinde, hâkim veya mahkemenin, şirket işlerinin yürütülmesiyle ilgili olarak kayyım atayabileceği, atama kararında yönetim organının karar ve işlemlerinin geçerliliğinin kayyımın onayına bağlı kılındığının veya yönetim organının yetkilerinin tümüyle kayyıma verildiğinin açıkça belirtileceği, kayyım tayinine ilişkin kararın, ticaret sicili gazetesinde ve diğer uygun vasıtalarla ilan olunacağı belirtilmiştir. Fıkrada geçen şirket kavramının, 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümlerine göre kurulan adi ortaklıklar ile 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenen kollektif, komandit, anonim, limitet veya kooperatif şirketlerini kapsadığı anlaşılmaktadır.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra daha yoğun olmakla birlikte darbe girişiminden önceki tarihlerden başlamak üzere FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında 5271 sayılı Kanun’un 133. maddesi gereği mahkemeler tarafından bazı şirketlerin yönetimine kayyım atanmasına karar verilmiştir.

Dava konusu kural bu şekilde TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirketlerde, soruşturmanın başladığı tarihten 19/7/2018 tarihine kadar ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak şirket ortakları tarafından yapılmış olan devir ve temlik işlemleri, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kurulunun değerlendirmesi sonucu muvazaalı kabul edilmesi halinde geçersiz sayılacağı ve TMSF’nin talebi üzerine ticaret sicilinden terkin edileceği kabul edilmiştir.

Dava konusu kuralda öngörülen tedbirin uygulanması için; şirketin yönetimini elinde bulunduran hâkim ortaklar hakkında bir ceza soruşturmasının yürütülmesi, şirkete 5271 sayılı Kanun’un 133. maddesi gereği kayyım tayin edilmesi, ceza soruşturmasının başladığı tarih ile OHAL’in sona erdiği 19 Temmuz 2018 tarihleri arasında şirket ortaklarının (soruşturmaya maruz kalmayan şirket ortağı da dâhil) pay ve haklarına ilişkin üçüncü kişilere devir ve temlik yapılması gerekmektedir.

Şirketlerde ortaklık pay veya pay senetlerinin devri ile ilgili olarak mevzuatta farklı koşullar öngörülmüştür. Söz konusu düzenlemelerde ciro, zilyetliğin devri ve pay defterine kayıt, alacağın temliki, noterde hisse devri sözleşmesi ve şirket tarafından hisse devrinin kabulü, devir beyanının yönetim kurulu ve ortaklar kurulu tarafından kabulü gibi usuller, hisselerin devrinde kurucu unsur olarak belirlenmiştir.

Kuraldaki tedbirin hukuki gerekçesini oluşturan muvazaa kavramı, 6098 sayılı Kanun’un 19. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede; bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradelerinin esas alınacağı, borçlunun yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamayacağı belirtilmiştir.

Genel olarak muvazaa, bir hukuki ilişkinin taraflarının dışarıya karşı bir işlem yapmış olarak görünmelerine (göstermelerine) rağmen gerçekte hiçbir hukuki işlem yapmamak veya gösterdiklerinden başka bir işlem yapmak konusunda anlaşmaları olarak tanımlanmaktadır. Muvazaada görünürdeki işlem yok hükmünde olduğu için taraflar açısından herhangi bir sonuç doğurmayacağı gibi kural olarak bu işlem üçüncü kişiler hakkında da batıl kabul edilecektir. Ancak 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesinde düzenlenen tapu siciline güven ilkesi gibi mevzuatta öngörülen istisnai durumlar ile dürüstlük kuralına aykırı bir şekilde ileri sürülmesi hâlinde muvazaa iddiasının dikkate alınması mümkün değildir. Bunun yanında gizlenen işlem için sözleşmenin geçerlilik şartlarının yerine getirilmesi durumunda bu işlem geçerli olarak kabul edilebilecektir.

Genel kabule göre muvazaalı işlemin hükümsüzlüğünü ispat yükü, muvazaa olgusunu iddia eden kişiye düşmektedir. Üçüncü kişilerin muvazaayı her türlü delille ispatlamaları mümkündür. Taraflar ise yazılı veya resmî şekilde yapılmış bir sözleşmedeki muvazaayı ancak yazılı delille ispat edebilirler.

Yargıtay da muvazaanın varlığını iddia eden tarafın veya bunların ardılı sıfatı ile hareket edenlerin, başka bir anlatımla sözleşmenin taraflarından birine bağlı olarak dava açan kişinin bu iddiasını ispat etmesi gerektiğini belirtmiştir (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, E.2013/9283, K.2013/23371, 20/12/2013).

Bunun yanında Yargıtay özellikle resmî sicillere bağlı tutulan malların muvazaalı devrinde de 6098 sayılı Kanun’un 19. maddesinin uygulanabileceğini (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, E.2014/20311, K. 2017/4877, 3/10/2017), şirket hisse devirlerinde muvazaa iddiasının dinlenilmesinde şirketin ticaret sicilindeki tüm kayıtlarının getirtilmesi, hisselerin yazılı bir pay devri ile mi yoksa başka bir şekilde mi intikal ettiği hususlarında ayrıca araştırma yapılması ve buna göre muvazaa iddiasının ne şekilde ispat edileceğinin belirlenmesi gerektiğini ifade etmiştir (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, E.2014/17754, K.2015/12494, 24/11/2015).

Anayasa Mahkemesi, yukarıda belirtilen hususları dikkate alarak tüm devir işlemlerini muvazaalı kabul eden hükmü iptal etmiştir.

Ancak yeni getirilen düzenleme de ispat külfetini tersine çevirmekte, muvazaayı iddia edenin ispatlaması kuralını yok sayarak TMSF kurulunun işlemlerin muvazaalı olduğuna karar vermesine olanak tanımaktadır.

Oysa muvazaa iddiası bu kurum tarafından yapılmaktadır. O takdirde muvazaa iddiasının kurumca mahkeme önünde ileri sürülmesi ve ispatlanması halinde mahkemece işlemin muvazaalı olduğuna karar verilmesi gerekir.

İhtilaflı kural, aşağıda belirtilen açılardan Anayasa’ya aykırıdır.

  1. a) Anayasa’nın 35., 48. ve 13. Maddelerine Aykırılık

 Anayasa’nın 48. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” denilmek suretiyle sözleşme özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır. Sözleşme özgürlüğü devletin kişilerin istedikleri hukuki sonuçlara ulaşmalarını sağlaması ve bu bağlamda kişilerin belli hukuki sonuçlara yönelen iradelerini geçerli olarak tanıması, onların iradelerinin yöneldiği hukuki sonuçların doğacağını ilke olarak benimsemesi ve koruması anlamına gelmektedir. Sözleşme özgürlüğü uyarınca kişiler, hukuksal ilişkilerini özgür iradeleriyle ve sözleşmelerle düzenlemekte serbesttir. Sözleşme özgürlüğü, sözleşme yapma serbestisinin yanı sıra yapılan sözleşmelere dışarıdan müdahale yasağını da içerir.

Kuralla, 5271 sayılı Kanun’un 133. maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarih ile OHAL’in sona erdirildiği tarihler arasında hukuk düzeninin öngördüğü şekilde şirket ortaklık pay ve hakkı elde eden kişilerin devir ve temliklerinin geçersiz sayılarak iptal edilmesi, Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkını ölçüsüz şekilde sınırlandırdığı gibi hukuk düzeninin öngördüğü şekilde geçerli olarak yapılan devir ve temliklerin temelinde yatan işlemlerin (hisse devir sözleşmesi, alacağın temliki vs.) geçersiz sayılması suretiyle Anayasa’nın 48. maddesinde güvence altına alınan sözleşme özgürlüğü de ölçüsüz şekilde sınırlandırılmaktadır.

Mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Anayasa’nın anılan maddesi uyarınca temel haklara sınırlama getiren düzenlemelerin kanunca öngörülmesi, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.

Buna karşın; TMSF’nin söz konusu değerlendirmesinin hangi objektif ölçütlere göre yapılacağı belirsizdir. Anılan devrede TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirketlerin ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak şirket ortakları tarafından yapılmış olan devir ve temlik işlemlerinin geçersizliği ve ticaret sicilinden terkininin hangi durumlarda söz konusu olacağı belirsiz ve öngörülemezdir. İhtilaflı kural, bu itibarla, Anayasa’nın 35. ve 48. maddelerinde öngörülen haklara maddi anlamda kanunilik ilkesiyle bağdaşmayan sınırlamalar getirmektedir.

Anayasa Mahkemesi kuralın millî güvenliğe ve kamu düzenine aykırı faaliyetlerin odağı hâline gelebilecek şirketlerin mal varlığının kaçırılmasının önlenerek bunların anılan faaliyetlerde finanse edilmesini engellemek amacıyla ihdas edildiği dolayısıyla meşru bir amacının olduğu ve bu amacı gerçekleştirmek için elverişli ve gerekli olduğunun söylenebileceğini belirtmiştir.

İhtilaflı düzenleme uyarınca, TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirketlerin ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak şirket ortakları tarafından yapılmış olan devir ve temlik işlemlerinden Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kurulu’nun değerlendirmesi sonucu muvazaalı addedilenler geçersiz sayılacak ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun talebi üzerine ticaret sicilinden terkin edilecektir. Muvazaa tespiti üzerine gelecek geçersizlik ve terkin müeyyideleri; hak talep eden üçüncü kişilerin (ve dahi TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirketlerin) mülkiyet hakkına ve sözleşme özgürlüğüne yönelik sınırlamalardır. Ancak TMSF’nin söz konusu değerlendirmesinin hangi objektif ölçütlere göre yapılacağı belirsizdir. Kuralda tanımlanan devrede TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirketlerin ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak şirket ortakları tarafından yapılmış olan devir ve temlik işlemlerinin geçersizliği ve ticaret sicilinden terkininin hangi durumlarda söz konusu olacağı belirsiz ve öngörülemezdir. Şu halde, TMSF’nin söz konusu değerlendirmesini demokratik toplumun gereklerine uygun olarak ve ölçülü şekilde yapmasını temin edecek ve keyfiliği engelleyecek hiçbir kanuni güvence bulunmamaktadır. Bizatihi bu belirsizlik ve keyfiliğe açıklık, ihtilaflı düzenlemenin temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarına uygun düşmediğini göstermeye elvermektedir.

Dava konusu kural, yapıldığı dönemde yürürlükteki hukuk kurallarına göre geçerli olarak varlık kazanmış ve tamamlanmış hukuki işlemlerin TMSF tarafından hiçbir gerekçe göstermeksizin geçersiz sayılabileceğini düzenlemektedir. Geçmişteki özel hukuk işlemlerinin geçerliliğini sonradan koyulan bir kuralla idarenin değerlendirmesine tabi kılmak; Anayasa’nın 35. ve 48. maddesindeki haklar bakımından ölçüsüz bir kuraldır. Geçerli bir işlemin muvazaalı olduğunu ispatlaması gereken, genel hükümlere göre muvazaa iddiasını ileri süren kurum olmalıdır. Bu şekilde keyfi müdahalelere olanak tanıyan kuralın ölçülü bir müdahale öngördüğünü söylemek mümkün değildir.

Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13., 35. ve 48. Maddelerine aykırıdır ve iptaline karar verilmesi gerekir.

  1. b) Anayasa’nın 10. Maddesine Aykırılık

Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./ Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz./ Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz./ Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz./ Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmek suretiyle kanun önünde eşitlik ilkesine yer verilmiştir.

 Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre Anayasa’nın anılan maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez (AYM, E.2019/13, K.2021/31, 29/04/2021, § 94).

Yine Anayasa Mahkemesi’nin ifade ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile güdülen amaç, benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların yasalarca aynı işleme uyruk tutulmasını sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin 13.04.1976 tarihli ve 1976/3 E.; 1976/3 K. sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre; “Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir” (Anayasa Mahkemesi’nin 07.02.2006 tarihli ve 2006/11 E.; 2006/17 K. sayılı Kararı). Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespitinde, somut olayda yapılan ayrımın haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı noktası dikkate alınır: “Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik, mutlak anlamda bir eşitlik olmayıp, ortada haklı nedenlerin bulunması halinde, farklı uygulamalara imkan veren bir ilkedir” (Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.1986 tarihli ve 1985/11 E.; 1986/29 K. sayılı Kararı).

Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, verili ihtilafta benzer kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir ‘‘haklı neden’’in var olup olmadığına göre yapılır.

İhtilaflı kuralda; kayyım atanan şirketler (kayyım olarak TMSF’nin atandığı şirketler ile diğer kayyım atanan şirketler) arasında anılan muvazaalı işlem türlerine ilişkin hukuki rejimler bakımından yapılan ayrımı ve böylece ortaya çıkan muamele farklılığını haklı kılan bir sebep bulunmamaktadır. Kayyım olarak TMSF’nin atandığı şirketler dışındaki şirketlerle ilgili muvazaalı işlemler Borçlar Kanunu ve İcra ve İflas Kanunu hükümlerine tabiyken; kayyım olarak TMSF’nin atandığı şirketler bakımından (düzenlemede anılan zaman devresi bakımından) muvazaalı işlemlerin saptanması, mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğü açısından ağır keyfiliklere yol açacak şekilde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kurulu’nun sübjektif değerlendirmesine tabi kılınmıştır. Olağanüstü hal hukukunun geçerli olmadığı olağan hukuk döneminde anılan iki kayyım atanmış şirket kategorisi arasında muvazaalı işlemlere ilişkin hukuki rejimler açısından ayrım yapmayı haklı kılan hiçbir neden bulunmamaktadır. Söz konusu kural, bu itibarla, Anayasa’nın kanun önünde eşitlik ilkesini öngören 10. maddesine aykırıdır.

 

  1. c) Anayasa’nın 36. Maddesine Aykırılık

Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

Yine AYM’ye göre: “Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, ‘Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.’ hükmüne yer verilmiştir. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. 95. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması, adil bir yargılamanın ön koşulunu oluşturmakla birlikte, hak arama özgürlüğü bakımından tek başına yeterli bulunmamaktadır. Mahkemeye erişimi etkisiz kılacak ya da yargı yoluna başvurmayı caydırıcı nitelikteki düzenlemelerin, hak arama özgürlüğüne uygun olduğundan söz edilemez.’’

(Anayasa Mahkemesi’nin 13.07.2015 tarihli ve 2014/88 E.; 2015/68 K. sayılı Kararı).

Benzer biçimde Anayasa Mahkemesi bir başka kararında:

‘‘Anayasa’nın hak arama özgürlüğüne ilişkin 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip bulunduğu belirtilmiştir. Maddeyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımanın ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması adil yargılamanın ön koşulunu oluşturur.

Anayasa'nın 40. maddesinde; 'Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır...' . … denilmektedir.’’ şeklindeki gerekçe kaleme alınmıştır (Anayasa Mahkemesi’nin 25.06.2009 tarihli ve 2008/30 E.; 2009/96 K. sayılı Kararı).

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre ise: “Şüphesiz ki, mahkemeye erişim hakkı mutlak bir hak değildir: Zımni olarak kabul edilen sınırlamalara olanak verir … uygulanan sınırlamalar, ancak meşru bir amaç izliyorlarsa ve kullanılan araçlarla hedeflenen amaç arasında makul bir ölçülülük ilişkisi bulunuyorsa 6. maddenin birinci fıkrasıyla bağdaşırlar.” (AİHM, Ashingdane-Birleşik Krallık, 28/05/1985, başvuru no: 8225/78, § 57).

İhtilaflı kural uyarınca, muvazaanın varlığını, adil yargılanma hakkının gereklerini karşılayacak bir yargı mercii değil ama idare (TMSF) tespit edecektir. Diğer bir deyişle muvazaa tespitine ilişkin bir yargılama yapılmayacaktır. Yargısal süreç, ancak TMSF’nin işlemine karşı yargı yoluna başvurulmasıyla devreye girecektir. Oysa söz konusu olan bir özel hukuk işleminin geçerliliğidir ve bu alandaki tespitin idareye bırakılması; Anayasa’nın “hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesindeki herkesin “meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına” sahip olması hükmünü sonraki yargısal aşamaya kadar bir anlamda askıya almaktadır. Gerçekten de, ihtilaflı kural ilgilileri işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânından mahrum bırakmakta, kuralın amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfilikleri önleyecek yasal güvenceleri içermemektedir (ilgili AYM kararı için bkz. müteakip alt başlık). TMSF’nin değerlendirmesi esnasında adil yargılanma hakkının gereklerini karşılayacak güvenceler söz konusu olmadığından ve (hukuki işlemlerin geçerliliğinin saptanması gibi) hukuk sisteminde yargıya ait genel bir yetkinin meşru bir sebep olmaksızın idareye tevdii bahis konusu olduğundan; ihtilaflı kural, Anayasa’nın 36. maddesine aykırıdır. Gerçekten de, bir istisna düzenlemesi oluşturan ihtilaflı kuralın olağanüstü halin yürürlükte bulunmadığı bir devrede meşru bir amaç izlediğini kabul etmek olanaklı olmadığı gibi, her halükârda muvazaayı tespit yetkisinin TMSF’ye verilmesiyle hedeflenen amaç arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin bulunduğu söylenemez. TMSF’nin değerlendirmesi sonrasında yargısal sürecin söz konusu olabilmesi; makul sürede yargılanma hakkının ihlalini ve ehliyetsiz bir organ tarafından yapılan muvazaa tespitinin yol açacağı diğer zincirleme hak kayıplarını da engellemeyecektir. İhtilaflı kural, haklı bir sebep olmaksızın yargısal bir yetkiyi idareye bırakmakta ve adil yargılanma hakkı güvencelerini ortadan kaldırmaktadır. İptali istenen bu kural, bu sebeple Anayasa’nın 36. maddesine aykırıdır.

  1. d) Anayasa’nın 153. Maddesine Aykırılık

Anayasa Mahkemesi kararlarında Anayasa'nın 153’üncü maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik ve kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).

İhtilaflı kural, AYM’nin bu alandaki iptal kararının gerekçesini temel olarak karşılamamaktadır. Her ne kadar teklif metni, AYM’ce iptal edilen düzenlemedeki gibi muvazaaya ilişkin kesin bir kanuni karineye dayanıyor olmasa da; aşağıdaki iptal gerekçesinin gerektirdiği şekilde adil yargılanma hakkını temin edecek bir düzenleme de oluşturmamaktadır:

374. Kural kapsamındaki devir ve temlikler (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hale getirilmektedir. Başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânları bulunmamaktadır. Bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği anlaşılmaktadır.

  1. Buna göre hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibariyle yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğu kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kural, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir.” (Anayasa Mahkemesi’nin 2018/81 E.; 2021/45 K sayılı kararı).

İhtilaflı kural, muvazaanın tespitini, idari bir yapı olan TMSF’nin adil yargılanma hakkının gereklerini karşılamayacak değerlendirmesine tabi tutarak; ilgilileri işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânından mahrum bırakmakta, kuralın amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfilikleri önleyecek yasal güvenceleri içermemektedir.

Kural, -gerekçesiyle bir bütün olarak anlaşılmak gereken- Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının gereklerini karşılamamaktadır ve Anayasa’nın 153. Maddesine aykırıdır.

  1. e) Anayasa’nın 2. Maddesine Aykırılık

Anayasa’nın 2’nci maddesindeki hukuk devleti ilkesi gereğince, yasama işlemlerinin kişisel yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur (Anayasa Mahkemesi’nin 17. 06. 2015 karar tarihli ve 2014/179 E.; 2015/54 K. sayılı Kararı). Aynı yönde; “Yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz …” (Anayasa Mahkemesi’nin 24.01.2008 tarihli ve 2007/76 E.; 2008/46 K. sayılı Kararı).

Adil yargılanma hakkının gereklerini ihlal eden ve olağan dönemde bir olağanüstü hukuk normunun ihdasına tekabül eden ihtilaflı kural, yukarıda anılan gerekçelerle kamu yararı taşımamaktadır ve Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır.

Buna ek olarak; TMSF’nin muvazaaya dayalı geçersizlik tespitine karşı açılacak davaya asliye ticaret mahkemesinin bakması öngörülmüştür. İdari yapıda konumlanan ve idari nitelikte karar alan TMSF’nin kararlarına karşı yapılacak yargısal başvurularda idari yargının değil ama adli yargının yetkili kılınması; yargısal yetkinin adli ve idari yargı arasında paylaştırıldığı Türkiye’de hukuk devletinin teşkilatlanma biçimiyle açık şekilde çelişmektedir. Bu aykırı ve atipik kuralda bu açıdan herhangi bir kamu yararı bulunmadığı gibi, hukuk devletinin temel aygıtlarından olan yargısal örgütlenme açısından da belirgin bir tutarsızlık doğmaktadır. Teklif metni, bu itibarla da Anayasa’nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesine aykırıdır.

Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 10., 13., 35., 36., 48. ve 153. maddelerine aykırıdır ve iptaline karar verilmesi gerekir.

 

III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ

16/11/2022 tarihli ve 7421 sayılı Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un iptali istenen hükümlerinin açıkça Anayasa’ya aykırı olduğu yukarıda etraflı bir şekilde açıklanmıştır. Mülkiyet hakkına hukuksuz olarak el konulan yurttaşların haklarını hiçe sayan kuralların hukuk devletini ve temel hak ve özgürlükleri hiçe saydığı açıktır.  

Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı gibi idarelerin hukuka aykırı bir şekilde el koyduğu taşınmazlarla ilgili olarak yine idareyi kayıran ve bireyleri çaresizliğe sevk eden kuralların uygulanması demokratik bir hukuk devleti için kabul edilemez bir durumdur. Bir hukuk devletinde hakları ihlal eden bu tür yasaların uygulanmaması ve hukuk sisteminin derhal bu tür kurallardan arındırılması gerekir.

Anayasa’nın temel ilkelerine, insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi değerlerine ağır bir saldırı oluşturan kuralların yürürlüğünün derhal durdurulması, hayati önem taşımaktadır.

Anayasal gereklere uymadan kabul edilen ve iptal edilmesi gereken bir kuralın uygulanması halinde telafisi imkânsız zararların doğacağı açıktır.

Diğer taraftan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devletinin temel gereğidir. Anayasa’ya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi, hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.

Açıkça Anayasa’ya aykırı olan ve iptali istenen kuralların iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.

 

  1. SONUÇ VE İSTEM

16/11/2022 tarihli ve 7421 sayılı Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;

1-) 9. Maddesiyle 9/12/1994 tarihli ve 4059 sayılı Finansal İstikrar ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanuna eklenen 1/A Maddesinin, Anayasa’nın 2., 13., 20. ve 167. Maddelerine,

2-) 20. Maddesiyle 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 10. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (j) bendinin, Anayasa’nın 10. ve 73. Maddelerine,

3-) 23. Maddesiyle yeniden düzenlenen 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanunun 4. Maddesinin, Anayasa’nın 2., 10., 13., 35., 36., 48. ve 153. Maddelerine,

aykırı olduğundan iptaline ve uygulanması halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar yaratacağından iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz. 24.01.2023

 

 

 

Engin ALTAY

İstanbul Milletvekili

Özgür ÖZEL

Manisa Milletvekili

Engin ÖZKOÇ

Sakarya Milletvekili