Bir 12 Mart anısı...


Sevgili Dostlar,

Anılarımı yazarken ilginizi de çekecek olayları seçmeye çalışıyorum. Bilmiyorum başarabiliyor muyum? Tarih sırasına göremi, yoksa karışık mı olsun diye bazen de kararsız kalıyorum. 

Ama bugün ilk görev yerim olan İzmir-Tire İlçe J.K.lığı görevim sırasında unutamadığım bir olayı kısaca anlatmaya çalışacağım.

1971 yılında komando ihtisas kursunu İsparta-Eğridir’de haziran ayında bitirdim.

Oradan tayinim İzmir-Tire İilçe J.K.lığına çıktı. Göreve başladığımda 12 Mart Muhtırası verileli 3 ay kadar olmuştu. Rütbem de henüz teğmendi.

Göreve başlamak için önce usul gereği İzmir’e komutanımın  emrini almaya gittim. Odasına girdim, kendimi tanıttım. Oturtup birlikte birer bardak çay içtik. Ziyaretim bittikten sonra beni İl Valisi Sn. Namık Kemal Şentürk’e götürerek tanıştırdı. Vali beyin yanında İl Emniyet Md.Sn. Gürbüz Atabek’de ( sonradan Em. Gn. Md.) vardı. Böylece onunla da tanışmış oldum.

Sonra beni almaya gelen ilçe J.K.lığının arabasıyla Tire’ye hareket ettim.

Ertesi gün hemen göreve başladım. Usul gereği önce kaymakama gitmem gerekirdi.

Ben de hiç beklemeden binanın üst katına kaymakam beyin makamına gittim.

İçeriye girdiğimde karşımda saçları alabildiğine kabarık, uzun ve omuzlarından bir karış aşağıda birisiyle karşılaştım. 

O yılda 12 Mart Muhtırası verilmiş sokakılarda uzun saçlı gençler toplanıp sorgudan geçiriliyor. Kaymakamımızın bu durumuna birazcık şaşırdım. 

Valimiz N.Kemal Şentürk’ün de sınıf arkadaşıymış. O nedenle görevinde çok kolay kararlar alabiliyor. Zamanla kendisiyle iyi dost olduk. Kimseyle pek görüşmezdi. Akşamları beni alır bira içmeye götürür, aramıza kimseyi almazdı. Meyhane kültürünü biraz da O’ndan öğrendim. Çok güzel Bektaşi fıkraları anlatırdı.

Adı Mahir Şellaki idi. Ondan çok şey öğrendim. Allah’tan gani gani rahmet diliyorum.

Gelelim ilk olayıma ve acemiliğime...

Göreve başlayalı 10 gün olmuş olmamış, bir cinayet haberi geldi. Cinayet bir dağ başında ve ıssız bir alanda işlenmiş. Yanıma bir rütbeli ve 4 askeri alarak olay yerine  gittim. O güne kadar hiç bu kadar yakından ölü bir insan görmemiş ve de dokunmamışım. Heyecanlı ve biraz da endişeliyim. Ama yanımdakilere de pek belli etmemeye çalışıyorum. 

Cesedin yanına ulaştığımda ne yapacağımı kafamda tasarlarken, bir baktım bizim Uzm. Çvş. Mahmut Temiz meşin çantasından beyaz kağıt, kalem ve silgi çıkardı. Olay yerinin basit bir krokisini çizdi. Cesedin belli  noktalara uzaklığını da metre cinsinden ölçerek yazdı. Cesedin durumunu da yazının en altına not düşerek imzaladı. 

Böylece tecrübenin ne kadar önemli olduğunu kavramaya başladım.

Ve cesede hiç dokunmadan ilçe Savcısı Adanalı Sn.İbrahim Duvan gelinceye kadar bekledik.
Bu tür olaylara gittikçe pratiğim artmaya ve kendime de güven gelmeye başlamıştı.

İlçede göreve başladıktan sonra, şehrin ileri gelenleri ve makam sahibi ilçe Md.leri ziyaretime geldiler. Onlarla da tanıştık.

Ben de bir ay sonra onlara iadei ziyaretimi yaptım.

Ayrıca ilçemize çok yakın Gökçen Nahiyesi vardı. Buranın Sivas’lı olan ortaokul müdürü her şehre gelişinde mutlaka bana uğrardı. Matematik öğretmeni olup, aydın görüşlü ve gerçek bir Atatürk’çü idi.
Okuluna davet eder, her gittiğimde çayını içer, öğretmenlerle de masa tenisi oynardım. Hepsiyle çok iyi arkadaşlığım oldu.

Dediğim gibi 12 Mart Muhtırası yeni verilmiş, yalan yanlış bir yığın ihbarlar geliyor.Ben de bu arkadaşların başına kötü bir şey gelmesin, iftiraya uğramasınlar diye elimden gelen gayreti gösteriyorum.
Ama sakınan göze çöp batarmış derler ya. Bunun da gerçek olduğunu yaşayarak göreceğim varmış.

Bir cumartesi sabahı okul müdürü bana telefon ederek acele okula gelmemi ve önemli bir olayın olduğunu söyledi. Küçük bir J.timiyle hemen okula gittim. Okul bahçesine girdiğimde manzara aynen şöyleydi.

Türk Bayrağını enine ve uzunlamasına kesmişler, bükerek kalın bir urgan haline getirip ucuna da Atatürk büstünü bağlamış ve bahçedeki en yüksek ağaca da asmışlar.

Bu olay sıkıyönetim ve benim için çok büyük bir olay. Tabi ki olayı hemen yukarı makamlara bildirip, soruşturmaya da başladım. Okuldaki öğretmen ve tüm çalışanların ifadesini almaya başladım.
Suçluyu bulmak için var gücümle çalışıyorum. 2 gece uykusuz kalınca arkadaşlarla birlikte merkeze kısa bir süreliğine döndük.

Sabah olunca makamıma geçtim. Savcı beye kısa bilgi verip, olay yerine gideceğim. Baktım Gökçen karakol komutanı beni arıyor. Hem de nefes nefese...

-Hayırdır Gazi ne var? 

-Komutanım siz gittikten sonra İzmir’den 12 kişilik bir ekip geldi. Geceleyin müdür beyi ve 3 öğretmeni evlerinden alıp, sorguladıktan sonra nezarete attılar. Şimdi de sizi bekliyorlar dedi.

Başımdan aşağı sanki kaynar su döktüler. Korktuğum başıma geliyordu.

Savcı beye kısa bir bilgi verdikten sonra hemen ekibimle Gökçen Karakoluna hareket ettim. Karakol binamız belediye binasının alt katındaydı.

Vardığımda İzmir Sıkıyönetimden gelen ekibin başındaki yüksek rütbeli ( isimler bende saklı) ve diğer amirler belediye başkanının odasında çay içiyorlardı. İçeri girdim selam verip oturdum. Benden yarım saat sonra da belediye başkanı Sn. Hasan Eren geldi. 
 
Bundan sonraki tüm gelişmerin çoğuna  Bld. Başkanı Hasan bey de şahittir.

Çay ve sohbet faslı bitikten sonra İzmir ekibi konuya girdi.

Yüksek rütbeli olan bana dönerek:
-Biz olayın soruşturmasını yaptık bitirdik. Bayrağı Atatürk büstüyle birlikte ağaca asanları da bulduk. Bunların okul müdürü ve 3 öğretmen olduğunu tespit ettik.Zaten Cumhuriyet Gazetesi okuyorlarmış. Yaptığımız soruşturmada da sol eğilimleri olduklarını öğrendik. Şimdi bunları sana teslim ediyoruz. Sen de itiraf ettir ve hemen sıkıyönetime gönder. Biz gidiyoruz, orada bu öğretmenleri bekliyoruz dediler.

Ben de kendilerine:
-Sizler bana, ekip olarak soruşturmayı yapıp, bitirdiğinizi söylediniz, daha ne itirafı yaptıracağım diye karşılık verdim.

Bana cevap olarak:
-İstersen biz bir kaç gün daha burada kalıp, sana yardımcı oluruz. Bir iki gün sonra buluşuruz. Yalnız nezarethaneye yiyecek içecek vermeyesin deyip, ayrıldılar. 

Sadece yanıma 2 kişi güya yardımcı olarak bıraktılar. Onlarla da hiç konuşmadım. Bir köşede oturdular.

Bundan sonra karakol komutanı ile birlikte nahiyeden tanıdığımız güvenilir vatandaşlarla konuşup, soruşturmayı genişletmeye başladık. 

2 nci akşam yine İzmir ekibiyle belediye başkanı odasında ve belediye başkanı ile birlikte toplandık.
Neler yaptığımı sordular. Bende anlattım.

En yüksek rütbelisi:
-Biz sana ne dedik, sen gidip boş işlerle uğraşmışsın. Yarım saatlik işi 2 günde bitirememişsin diyerek beni suçladı. Epeyce karşılıklı olarak  olayı tartıştık, ama pek anlaşamadık.

Gece geç vakit olunca aç olduklarını düşünerek kendilerine yemek söylemek istedim.

Ancak “ senin yemeğini yemeyiz” deyip kabul etmediler.

Bunun üzerine Belediye başkanı yemeği söyledi ve yediler.

Ben yemeğe kalmayıp,karakola inerek dosyaları incelemeye koyuldum.

Gece geç vakit oldu, yukarıya çağrıldım.

Tekrar bana baskı yapmaya  başladılar.Belediye Başkanı da yanımızda ve bizi dinliyor.

En yüksek rütbelisine, açık açık bana ne yapacağımı söylemesini istedim.
Bana yapacağım her türlü kötü muameleyi sıralayıp, durdular. Hele bir tanesi korkunç bir şeydi.

Bunların hiç birini yapamayacağımı ve de soruşturmaya da devam edeceğimi söyledim. 
Hele hele birde nezarette bekleyen bu insanları yakından tanıyan ve de üstelik onların umudu olan birisiyim.Dediklerini yapmam mümkün değildi. 

Tartışma epeyce sürdü ve büyüdü. Bu sıralar zavallı belediye başkanı renkten renge giriyor, hiç konuşmuyordu.

Ve son cevabımı verdim.

Kendilerine dedim ki:
-Bölge benim bölgem izin verin soruşturmaya ben devam edeceğim.

Artık ok yaydan çıkmıştı.

Ekibin başı bana son ve en büyük tehditini savurdu:

-Bana bak Tğm. ben buraya Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ı temsilen ve onun yetkileriyle geldim. Şimdi telefon eder, dediklerimi yapmadığın takdirde o rütbelerini hemen Cumhurbaşkanının emri ile söktürürüm dedi.

Bu tartışmaları Belediye başkanı da büyük bir korku ve heyacanla izliyor ve hiç konuşmuyordu.
Zaten diyecek bir şeyi de olamazdı.

Öğretmenler de nezarette günlerdir aç ve susuz bekliyordu.

Bana da tehditler büyüyerek devam ediyordu.

“Rütbelerini söktüreceğim “diyen, bu tehditine karşılık benden cevabını şöyle aldı.
Dedim ya artık ok yaydan çıkmıştı.

-Evet hemen Cumhurbaşkanımız Cevdet Sunay’ı arayınız. Belediye Başkanın masasında 2 telefon var.  Biri jandarmanın, diğeride PTT telefonudur. PTT telefonundan 03 e asayiş yıldırım derseniz hemen bağlarlar.

Ama bana neyi yaptıramadığınızı da açık açık Cumhurbaşkanına söyleyeceksiniz dedim. 

Bunun üzerine hepimizde bir sesizlik oluştu. Sinek uçsa sesi duyulmazdı. Oda da herkes buz kesilmişti.
Çünkü restini görmüştüm.

Beyefendi (!) ne yapacağını şaşırdı.

Sesizliği yine belediye başkanı bozdu. Sakileşmemiz için hepimize çay söyledi.

Ben de artık orada duramazdım. Bir bahaneyle karakola indim. Karakol komutanı da odasında zaten beni bekliyordu.

Bir saat sonra baktım İzmir arabalarını şoförleri çalıştırıyor.

Ekibin işi bitmiş aşağı inecekler, onlardan önce arabanın başına gidip, beklemeye başladım. Uğurlayacağım. Ne de olsa büyüğümüzdür. 

Arabalarına bindiler, ben de hayırlı yolculuklar diyerek uğurladım. 

Aramızda hiç bir konuşma olmadı. Yani başkanın odasındaki sessizlik ve kızgınlık devam ediyordu. 
Gittiler. Uğurlar olsun...

Karakolda kaldım. Başıma neler gelecek bilemiyorum.

Sabah oldu. Karakol K. İle birlikte okulun tüm idareci ve öğretmenlerini okulda topladım.

Son 2 yılda orta son sınıfta olup, yapılan sınavda başarısız olanların isimlerini istedim ve görevlilere çıkarttım.

Müdürümüz matematik öğretmeni olduğu için, önce bu dersten 2 yıl üst üste kalanları evlerinden aldırdım. Topu topu 5 kişiydiler.

Sorgulamayı da okulun özel bir bölmesinde yaptım. İçlerinden biri yaşça oldukça büyüktü. Ara sınıfları bile hep çift dikiş geçmişti.

Sorgulamada diğer 4 kişi ise ayrı ayrı odalarda bekliyorlardı.

Sonunda 17-18 yaşlarında olan bu çocuğu çok da korkutmadan, doğruyu söylerse yardımcı olacağımızı ve bizden kendisine hiç bir kötülük gelmeyeceğini söyleyerek  iyi bir sorgulama yaptık. Ve çocuk bizi çok yormadan çözüldü.

Ne zaman, hangi saatte bayrağı ve büstü aldığını, ağaca nasıl çıktığını tek tek anlattı.

Müdür beyin dersinden girdiği bitirme sınavlarında 2 sene üst üste  zayıf not aldığını, bu nedenle yine okulunu bitiremediğini ve ona kızgınlığından bu işi yaptığını anlattı.

Bu itirafı üzerine ifadesini aldık,krokileri çizdik, aldığı notlar ve diğer belgeleri de temin edip dosyayı tamamladık.

Biz de kendisine ne söz vermişsek, hepsini yerine getirdik.

Bu öğrencinin adı Nurettin idi. Soyadını şimdi hatırlamıyorum.

Bu işler devam ederken nezaretteki müdür ve öğretmenlerin de haliyle yaptıklarımızdan hiç bir bilgisi yoktu.
Gece karanlığında öğrenciyi alarak karakola getirdik.

Karakolda öğretmenleri nezaretten çıkartıp, karakol komutanının odasına aldım. Saç ve sakalları iyice uzamıştı. Hepsi aç ve susuzdu. Moralleri çok kötü diyemeyeceğim. Kötünün en dibiydi. 

Aileleri, çocukları korku içerisinde babalarını evlerinde günlerdir merakla bekliyorlardı.

İçeri girdiklerinde müdür bey önde, diğer öğretmenler ise arkasındaydılar.

Beni gördüklerinde ne dediklerini buraya açıkça yazamayacağım. Özür dilerim.

Ama şu kadarını söyleyeyim. Müdür bey bana “ Teğmenim yukarıda Allah, aşağıda sen varsın. Bizi de tanıyorsun, biz nasıl Atatürk düşmanı oluruz.Hızır gibi yetiştin bize” diyerek yoğun olarak yaşadığı duygularını dile getirdi

Sonra Öğrencileri Nurettin’den bahsettim.

Bilgi verdim.

Hemen karakol K.nına  çayı hazırlatıp, yanına da hafif şeyler aldırdım. Öğretmenlerimiz de izin isteyip , yüzlerini yıkayıp geldiler.

Benim için sitresli günlerin sonunda güzel bir gece çay keyfi oldu.

Ve  öğretmenlerimi nihayet  4 günlük nezaretten sonra evlerine gönderdim.

Bir gün sonra bu olayın soruşturmasının yapılıp, sanığın yakalandığını ve sıkıyönetime gönderileceğine dair mesajı ilgili yerlere gönderdim.

Artık ok yaydan çıkmıştı dedim ya, işte o günden sonra bana durmadan ok atan İzmir ekibinden hiç haber alamadım.

Şunu da anlatmadan geçemeyeceğim.

Bu olaydan 2 ay kadar sonra Belediye Başkanı Hasan Eren bey beni  ziyarete geldi. O günkü davranışımdan ve cesaretimden dolayı tebrik etti.

Ve bana şu teklifi yaptı.

-Lütfi bey ben DP dönemimde İzmir bölge müfettişi idim. 27 Mayısta bana neler yapıldığını anlatmak istemiyorum.

Ama sizi tanıdıktan sonra dedim ki , keşke ben de böyle bir subaya düşseydim de o günlerde yaşadıklarımı yaşamasaydım.

Şimdi sana güzel bir teklifim var lütfen kabul et. Belediyemizin çok kıymetli arsaları var. Sana bu arsalardan 2 tanesini sembolik fiyatla ve de taksitle satacağım. Hem de belediye meclisi kararı ile...

Teşekkür edip,bunu bazı nedenlerden dolayı kabul edemeyeceğimi söyledim. Farklı günlerdeki  ısrarlarını tekrar geri çevirdim.

Ama bahsini ettiğim olaydan sonra sevgili başkanımla Kuşadası’na gidip, baş başa ve keyifli bir gün geçirdik. Olanları bir kere daha aramızda konuştuk.

Kendisi İzmir’in beylerinden olup, iyi eğitim görmüş, kültürlü ve varlıklı bir ailenin çocuğuydu.

Bilmiyorum şimdi yaşıyor mu? İnşallah yaşıyordur.

Yaşıyorsa sağlıklar, vefat etmişse sevgili başkanıma Allah’tan gani gani rahmet diliyorum.

Not: 1. Anlattığım bu olayın özetin özeti desem yine az gelir. 

Not: 2. Ben Edebiyat öğretmeni değilim ve editörümde yoktur. Mutlaka imla ve anlatım bozuklukları olacaktır. Affola...

Selam ve saygılar ...
E.Alb. Lütfi Algün