DİNDE - İNANÇTA AKIL VE TAASSUP

Kendi Göbeğini Kesmek:
Bir hekim, cerrah-hoca, düşünür, araştırmacı, yazar olarak; normal, mütedeyyin, Müslüman bir aile ortamında doğdum (1943), büyüdüm, dini ritüelleri öğrendim, uyguladım. Modern okullarda okudum. İnsanı; manevi ve bedeni özellikleri ile tanıyarak onlara yardımcı oldum, ameliyatlarla hastalıklarını tedavi ettim, vefat edenlerin yaslarına katıldım. Federal Almanya'da bulundum, İngiltere, Fransa, Yugoslavya, Romanya’yı gördüm.

İslâmın inanç mekânları olan Mekke, Medine, Şam, Halep ile İran'da Meşhed; Irakta Kerbelâ, Necef, Bağdat’ta din önderi zatların kabir, dergâh ve türbelerini ziyaret edip inceledim.

Adıyaman, Urfa, Antep, Malatya, Diyarbakır, Bingöl, Bitlis, Ağrı, Doğu Beyazıt, Van, Erzurum, Tunceli, Sivas, Amasya, Samsun, Ordu, İstanbul, İzmir, Adana, Ankara-Elmadağ, Antalya-Elmalı, Afyonkarahisar, Mersin, Konya, Hacı Bektaş, Hatay-Kırıkhan vd. illerimizin ibadet ve ziyaret mekânlarını gördüm.

Ülkemizin hemen her yöresinde bulundum ve farklı inanç merkezlerini/gruplarını ziyaret ettim, dostluklar kurdum, katılmacı yöntemle gözlemlerim ve tecrübelerim oldu. Böylece ülkemizin inanç haritasını ve renklerini tanıdım. Bu amaçla yapılmış kongrelere, panellere, konferans ve kutlamalara katıldım, dinledim ve konuştum.

Bütün bu merkezlerde ve farklı zamanlarda gördüm ki; Anadolu’nun insanı barışık ve hoşgörülü, humor sahibi, alicenaptır. Her mekânda; sevgi, saygı, paylaşım ve barış içinde birlikte yaşama isteği-ni/inancını gördüm. Halkımız sağduyuludur ve tahriklere kapılmamaktadır.

Zaman içinde provokasyonlar olmuş ve fakat halk bunları lanetlemiş ve benimsememiştir. Sonuçta atalar bunu şöyle bağla-mıştır:”Pilavda bazen taş olur. İstisna kaideyi bozmaz. Hayat mücadeledir”. Birlik ve barış ne güzeldir!...

Bu konudaki gözlem ve araştırmalarımın sonuçlarını; konuşmalar yaparak, yazarak ve kitaplar yayınlayarak açıkladım. Birlik, barış, eşit ve özgür bireyler olarak ülkemizin nimetlerinden yararlanmayı ve devletimizin de adil davranması gerektiğini hep vurguladım.

Kısaca Bazı Tespitlerim
1- İslâm tarihini, fikriyatını, filozoflarını, mezhep ve tarikatlarını inceledim. Birçok dini törenlere katıldım, güzelliklerin yanında taassubu da gördüm. İslâm coğrafyasının sömürge durumuna gelmesini, Müslüman düşünürlerin, çağın değişimini kavramadıklarını ve bu nedenle sömürge durumuna geldiklerini, müstevlinin paylaşım savaşında coğrafyasının viran olduğunu, halkın öldürüldüğünü ve coğrafyasından kaçtığını, açlık ve sefalete mahkûm olduğunu, yönetimlerin kasıtlı ve tercihkâr olduklarını yakın zamanda maalesef hep birlikte yaşayıp görmekteyiz.

2- İslâm, dinin adıdır ve tektir. Müslüman ise bu dine inanmış kimselerdir. Müslümanlar; çoktur, farklı coğrafyalarda ve kültürlerde yaşamakta ve bu nedenle dini ortak unsurlarına rağmen diyanetleri ve tercihleri, gelenekleri kısmen farklıdır.

İslâm Tek ve kitabı Kur’an sabit olduğu halde; Müslümanlar çok ve çeşitlidir, insani kültür farkı ve faktörü buna neden olmaktadır ve doğaldır. Bu kültür çeşitliliği ve ortamı içinde, her Müslüman grup, kendisini ‘asıl İslâm’ görerek diğerleriyle çatışmakta ve hatta savaşmaktadır. Taraflar, dinde/inançta Taassup (‘tek doğru benim’ diyerek) göstermektedirler.

3- İslâm dininde; Vahy (resul-nebi), Kur’an, Siyer, Akıl ve Gelenek asıl unsurlardır.

Vahy; yirmi iki sene boyunca fasılalı olarak Hz.Muhammed’e (Resul) gelmiş ve dönemin teknik imkânlarına göre çeşitli malzemelere, parçalar halinde yazılmış kaynaklar; bir heyet tarafından “iki kapak arasına alınmıştır”.

Kur’an-ın ‘iki kapak arasına’ alınmasının tarihi, öyküsü “İlm’ul Kur’an” ve “Kur’an Tarihi” disiplinlerinde ayrıntılı olarak incelenmiştir. Kur’an-nın Ayet ve Tertibi sabittir. Kur’an dili Arapçadır ve diğer Dillere tercüme edilmiştir. Meal’lerde, parantez içinde açıklama ve yönlendirme vardır.

Siyer; Hz.Muhammed’in yaşamı ve yaptıklarıdır, Müslümana örnektir. Peygamberin vefatından (632) iki asır sonra, Hz Muhammed'in; muhtelif zamanlarda, vesilelerle, konularda ve şekillerde söyledikleri, var/gerçek sayılarak rivayetlerle “Hadis” adıyla derlenmiş ve Külliyatlar teşkil edilmiştir. Hadislere Kaynak kişiler olarak; Sahabe, Tabiin, Tabi-i Tabiin olanlar bildirilmiş ve fakat Sahabenin genel durumu ve yapılanlar/yaşananlar salim bir şekilde değerlendirilmemiştir.

Sahabe arasındaki husumet ve yaşanan iç-savaşlar gereğince dikkate alınmamış ve hatta bu kaotik dönem "Asr-ı Saadet"e dâhil edilmiştir. Ehl-i Beyt'ten az sayıda rivayet nakledilmiştir. Kur’an, şüphesiz İslâm'ın ana kaynağıdır. Ancak daha sonra Hadisler de Anakaynak olarak kabul edilmesine karşın is konu hala tartışmalıdır.

Akıl sahibi olmak; beşerin ‘insan’ olma vasfıdır, “aklı olanın dini vardır”. İnsan, akıl ile eylemlerinde tercih yapar ve böylece sorumlu olur. Din büyüktür, akla sığmaz; ama din akılsız da olmaz.

Gelenek; akıl ve Siyeri takiple, bir kültür ortamında oluşur ve gelişir, farklılıklar görülür. Hükümdarların tercihleri, Geleneğin inşa sürecinde etkili olmuştur. Toplumlarda din, bir bakıma resmileşerek “devlet dini” olmaktadır. Ayet’lerin, Hadis’lerin takdim ve tehirleri, devletin tercihi yönündedir.

*
Din, aslında bireyseldir ve şahısların sığınma kalesidir. Din devletleşince; kılıçlı, Tekfirli, Cihatçı olmakta ve devlet tüm kaleleri zapt ve idare etmektedir. Gelenek, bu faktörlere göre şekillenmektedir. Devletleşememiş “dini akımlar”, “öteki”leşmekte, baskı ve asimilasyona maruz kalmaktadır.

Dinde akıl ve Gelenek ilişkisi, yumurtanın beyazı ile sarısının durumu gibidir. Yumurta sadece ne beyazdan ve ne de sarısından ibarettir, bunlar birlikte bir bütündür. İlişkiyi doğru kurmak ve yumurtayı da kırmadan korumak gereklidir.

Akla Dayalı İslâm Yorumu:
Müslümanlar Kur’an-ı akla dayanarak Gelenek içinde yorumlamış ve uygulamışlardır. Kur’an-ın-Bâtını Akıldır. Akla göre Kur’an yorumlanacak, kıyas ve bilgi esas olacaktır. İzah edilemeyen, sırrına varılamayan Ayet ifadeleri red ve inkâr edilmeyecektir. Bu görüşle Ayetler “Muhkem” ve “Müteşabih” olarak sınıflandırılmıştır.

Akıl; şüphecidir, kudreti sınırlıdır, gün geçtikçe bilgi artmaktadır. Buna rağmen ilâhi sırların hepsine vakıf değildir. Akıl yaşamın dinamiğidir, ispat eder, delil ve örnek getirir, deneyin tekrarı mümkündür. Bilimde de his ve sezgi vardır, akıl bunu doğrular veya red eder.

Akıl ve buluşları evrenseldir, her dönemde geçerlidir. Akli düşünmenin de gelenekleri, kuralları vardır. Akıl, nurlu bir araçtır, Var'a ulaştırır (Vacib’ul vücud).

Farabi, İbni Sina, Cahız, Razi gibi İslâm Filozofları; İslâm Felsefesinde Batın olarak aklı öncelikli gördüler. Avrupa; bu filozofların bu gerçek bilgisine, tercihine ulaşınca Rönesans başladı ve uygarlık keşifleri oldu. Keşiflerin farklı amaçlarla kullanılması başka bir konudur. İslâm dünyası, maalesef bu filozoflarını devre dışında bırakmış ve “icma kapısı”nı kapatmıştır.

Gelenekçi İslâm Yorumu: Gelenek; tekrar, taklit ve tasdike dayanmaktadır. Kültür farkından dolayı yerel/bölgesel olup evrensel değildir. Zaman ve tercihli yan faktörlere bağlıdır, değişir, inanmaya davet eder ve fakat ispat etmez. İhtiyaca göre rivayet yapılmıştır, Hadisler amaca göre tercih ve ihdas edilmiştir.
Taassup; İnançta ve uygulamada sadece kendisini haklı ve doğru bilip; farklı olanı red/inkâr etmek ve hatta düşman bilmektir. Bu nedenle “Tekfir” geleneği oluşmuştur. Bir grup; kendisi gibi düşünüp inanmayan şahısları “tevbe”ye davet etmekte ve olmazsa “Tekfir”(dinden çıktı-kâfir oldu) denilerek katline fetva verilmektedir. Böylece inanç, yaşama koşulları karşısında dondurulup, hapsedilmekte ve farklı duranlara “ölüm” reva görülmektedir.

Gelenekte zaman durmuştur, dursun istenir ama mümkün değildir, geride kalmak mukadderdir. Ve öyle olmuştur.

Dinlerde; Gelenek içinde, dini sahiplenen bir sınıf (ruhban) oluşmuştur. Ruhban, Krala taç giydirerek, hükümdara Fetva vererek onaylamakta/kutsamakta ve birlikte dayanışma içinde var olmak için yasa-şeriat reva etmektedirler.

İnancı akılla sınırlamak da bir taassuptur. Geçmişte bilinmeyen birçok şey bugün ayan-beyan olmuştur, yine bilinmeyen çokşey vardır. Her fikri, düşünceyi hemen gerçek kılmak (rasyonalize etmek) mümkün değildir. İlimde de tesadüflere bağlı keşif ve icatlar vardır.

Temel Bir Öneri: Kur’an-ın Bâtını/sırrı akıldır. Aklı esas alan ve sonuçlarını egemen kılan, Taassubu red eden bir İslâm anlayışı, uygulaması egemen olmalıdır. Hayat ve din, dinamiktir. Çiçek, suyunu bulunca açacak ve rayihasını saçacaktır.

Sonuç olarak, inanmak güzeldir, huzur ve güven verir. İnançlar farklı olabilir, zaten yaratım çeşitlidir. Yaratılışta çeşitlilik ve tevhit esastır.

Selam ve saygı ile…

Dr. Ömer Uluçay