Ras es- Seni ve Kıddes Bayramları (1) Tevfik Usluoğlu

14 Ocak'ta ( Kanun- i Sani'nin 1. Ve Rumi- Şemsi takvime göre yılın ilk günü (1443 yılı) kutladığımız Ras es- Seni Bayramı ve 19 Ocak'ta kutladığımız Kıddes ( Rumi- Şems'i takvime göre yılın 6. Günü) bayramıdır. Her iki bayram, Mezopotamya (Beyt Nahreyn) ve Syrian/ Assyria bölgesinin tamamının bayramı olarak ortaya çıkmıştır. Bu bölge, Basra körfezinden başlayıp, sırtını Zağros dağlarına veren, ordan Torosların eteklerinden Doğu Akdeniz Kıyısı boyunca uzanıp Nil'in derinliklerine inen, bir ismi ile de verimli Hilal yada Hilal el- Hasibi olarak bilinen yer, evrensel tarihin omurgasını teşkil eder. 
Bu bölgenin köklü halklarından biri olan ve uygarlık mirasının her aşamasını kültürel dokusunda taşıyan Arap Aleviler, 7 Doruk/ kubbe algısı ile insanlık birimini sahiplenmektedir. Aleviler, Hay'dan gelip Hu'ya gittiklerini kabul ederler. Bu algı, insanın, inancın ve kültürel birikimin belirli bir tarihsel kesitle sınırlandırılamayacağını; tam tersine her dönemin özgünlüğüne bağlı olarak, yeni bir toplumsal sistemin ortaya çıktığını söyleye biliriz. Bu söylemin sosyolojik teorilerde karşılığı çoktur. Ancak bunu biz burdan toplumsal evrim teorisiyle açıklarsak yerinde olur. Nitekim Alevilerin en önemli şahsiyetlerinden ve Şeyh el- Din olarak kabul edilen Hasibi, "Akıl süzgecinden geçmeyen hiç bir şey, şer-i olamaz." demektedir. Meseleye bilimsel verilerle yaklaştığımızda, Hasibi'nin bu yaklaşımı yaşadığı dönem açısından devrim niteliğindedir. 
Bu yazdıklarım, hiç bir milliyetçi reflekse kapılmadan, tarihin yeniden tasarlanması gerektiği kanaatimden oluşmaktadır. Bu gelenekselden geleceğe sürdürülebilir bir kimlik tasarımını getirebilecek temel yollardan biridir. 
Tarihi yeniden düşünürken, iktidarın tarihinin dışına çıkarak, çok uluslu kapitalizm ve kültürel türdeşleşme ile tüketim kültürünü sorgulayarak, bugünkü uygarlığın ahlaki bunalımlarını da göz önüne almak gerekir. Çöken bir uygarlığın karşısına neyi ve nasıl koyacağımızı düşünmek; yeni kurum ve değerlerin toplumsal evrimle ortaya çıkmasına ve uygarlık birikimini sentezleyerek gelecek toplum tasarısına katkı sunma gayreti içinde olmamızı sağlar.
Bu satırlardan sonra tarihsel doğruları tespit edebilmemiz için dört ana temel noktayı derinlemesine araştırmamız gerektiği kanısındayım:

1) Emevi ve Abbasiler dönemi ağırlıklı İslam adına uydurulan hikaye ve  tasarıları sorgulamak.
2) Alevilerin Yavuz katliam'ı ile yaşadıkları travma ve toplu bir medeniyet kaybı yaşamaları meselesinin sorgulanması.
3) 1900'lü yıllarla başlayan ulus yapma projeleri kapsamında ortaya atılan "tarih tezleri" ve etkisi.
4) Modernleşme, Post-Modernleşme ve Emperyalizm'in Globalleşmesi ile toplumsal dinamiklere etkisi.
Bunun dışında, işçi göçü- kültürel edinim ve kültürel değerlere ulaşıla bilirlik ile siyasetin ideolojik müdahaleleri sonucunda kültürün ve demokrasinin bunalımı ele alınmalıdır.
Bu sorgulamalar yapılırken, kültürel üretimin görünümünü artırmak, yaratıcı beyin göçünün önüne geçerek, koordinasyon komiteleri oluşturmak, kültürel ve sözlü tarih çalışmaları ile yereli kayıt altına almak hedeflenmelidir. Burdan da "demokratik toplum, sürdürülebilir kimlik ve ekolojik kent hedeflenerek, tarih yeniden harekete geçirilmelidir. Bu yapılırsa bireyden topluma bunalım aşılarak, mutluluk resmî çizilebilir ve toplum yeniden kurulabilir. 
Bu satırlardan sonra konunun özüne dönecek olursak, meselenin özü, Arami-Asuri- Keldani-Arap halklarında yatar. Tespit edebildiğim kadarıyla herşey Akitu (Akito) ile başlar. Akitu, 7000 yıl önce Babil'ler tarafından yeni yıl kutlaması olarak ortaya çıkarılmıştır. Nisan’da yeni gün, yeni başlangıç, baharın gelişi, doğanın yeniden dirilişi, karanlığın yerine aydınlığın- bereketin ortaya çıkışı ile anlamlandırılır. Nitekim Aramice konuşan tüm bölgede  bu bayramı "Tarım/Ziraat Bayramı" olarak kutlamıştır.
Bugün Süryani halkı 1 Nisan'da "Akitu Bayramını" kutlar. Akitu, ilahın suretinin taşınarak, su kenarında yer alan mabede bu suretin götürülüp orda dini ritüellerin yanısıra, kutlama ve şenliklerin tertip edilmesi anlamına gelmektedir. Bu ritüel, "Akitu sineynem" olarak da bilinir. 
Bu kutlama bir boyutuyla Temmuz'un (Demmuz) ölümden yeniden canlandığını ifade eden doğada çiçeklerin ve yeşilliğin tüm insanlığa ferah, bereket ve mutluluk getirmesi adına  bir bayram olarak da bilinir. Bu bayram Fenikeliler'de "Ümmü zülüf" (zülüflü) lakaplı İştar'a adanmıştı. İştar, doğanın anası, bereketin, güzelliğin, doğumun, sabah ve gece yıldızlarının tanrıçasıydı. Suriye Alevi toplumunda "Al Ayn Ümmü Zülüf" ve " Zülüf Mavlaya" şarkıları hala söylenir. 
MÖ. 1450-1195 tarihleri arasında Lazkiye'nin Ras Şımra bölgesinde, bir ticaret kenti olan Ugarit döneminde, "kuz-li" şeklinde iki kelimenin kullanımı ve " İlahın Dönüşü" anlamına gelen bugün bizlerin " Kuzelle" olarak kullandığımız kelimenin ortaya çıktığı ve bereket tanrısı "Baal'ın" kuraklığı yok etmesi adına kutlandığı şeklinde de tarihe geçmiştir. Suriyeli tarih bilimci Haydar Naise de "kuz- li" kelimesinin Arami dilinde "yeni başlangıç " anlamına geldiğini belirtmiştir. Bu iki kelime zamanla evrimleşerek, "kuzelle/ kuvve- zelle / el kuvve zilliya" olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu şekliyle, mutlak olarak küfrün zelil olması, Hakkın zafer kazanması anlamında kullanılmıştır. Bir başka yaklaşım da, "kavzele- kavzelet- kizlet- kezzela-kuzellet" şeklinde ve ateşin harlanma anı yada ateşin harlanması anlamında da kullanılmaktadır. Bu kutlama Roma'nın bölgemizde egemen olması ve Hıristiyanlığın ortaya çıkışıyla yeni bir şekil almıştır. 
Roma'nın bölgeye Julyen (Rumi- Şemsi) takvimini dayatması ile kutlamalar Nisan'dan Ocak'a kaymıştır. MÖ. 100-44 yılları arasında hüküm süren Jul Sezar tarafından MÖ. 46'da Julyen takvimine geçilmiş ve son halini İmparator Agustus vermiştir. Hıristiyanlığın Kadıköy ve İznik konsülleriyle aldığı kararlar kapsamında ortaya çıkan değişikliğe tabi olanlar "Melkit- Melekit- Kral taraftarı" olarak anıldılar. Bunun dışında kalan Süryaniler, kutlamalarını Nisan'da yapmaya devam ettiler. Rum Ortodokslar ise Ocak'a kutlamalarını taşıdılar. Roma'dan dolayı bahsi geçen takvim Rum'i (Şark-i) Şems'i takvim olarak anılır. 1564 yılında ise Fransız Kralı'nın kabulü ile 13. Papa Gregory ( 1538-1612) Gregoryen takvimi dayatınca, Hz. İsa'nın doğumunu başlangıç olarak kabul eden takvim ile yılbaşı 1 Ocak'a taşındı. Bugün dünyanın kullandığı takvim ve 31 Aralık kutlaması bu şekilde orta çıkmıştır. 
Rumi-Şems'i yılbaşı kutlaması, hala Ortodoks toplumların bir bölümünde kutlanmaktadır. Bu kutlamalar: Kalandar, Calandrier, Kalandarya, Kalanta ( Yunan), Kalantaris (Rum), Kalandefota (Pontus) olarak adlandırılmaktadır. Türkiye'de Sakarya Akyazı, Trabzon Maçka, Yomra ve Çaykara, Rize ve Artvin'in kimi bölgelerinde kutlamaktalar. Bu anlamda Karadeniz halkları geçmişten bu güne bu kutlamayı taşımışlardır. Bu kutlama Rum ve Gürcülerde mevcuttur. 13 Ocak’ı 14 Ocak’a bağlayan gece çeşitli şenlik ve tarihi ritüellerle bu kutlama gerçekleştirilerek günümüze kadar gelmiştir.

(Devam edecek.)